Geçtiğimiz hafta Mısır’da idam edilerek şehadete ulaşan gençleri unutmak ne mümkün? Onlar zulme karşı direncin, firavuna karşı dik durmanın sembolleri olarak anılacak inşallah. Hakk’ın ve hakikatin yanında durmanın, Rabbin emirlerine yapışmanın eşsizliğini hatırlatan erler olacaklar inşallah. 20 ile 30 yaşlarında, çiçeği burnunda, kimisinin yavrusu o zindanda iken doğan gençlerdi onlar. Artlarında genç eşler bırakan, yaşlı anneler koyan, hayatlarının baharında yavrucaklardı onlar. Rabbimiz şehadetlerini kabul eylesin. Şüphesiz bizden de o yaşlarda nice şehitler verildi. O ana-baba, eş ve yakınlarına Rabbimiz sabr-ı cemîl versin. Cennet ve Cemal-i İlâhisi ile sevinçlere gark eylesin.

Onlar bu duruşları ve Hakk uğrunda can verişleriyle Ashab-ı Kehf’i hatırlattılar bizlere.

Onlar da gencecik iman ehli insanlardı. Rabbimiz onların “inanmış genç” olduklarını def’aten haber verir ki, bu, genç ve dinamik ehl-i imanın önemine müthiş bir vurgudur. Onları inanmış gençlerin örnek alması gerektiğini hatırlatır.

Kur’an-ı Kerim’de bir sûreye isim olan ve “Mağara Arkadaşları” demek olan Ashab-ı Kehf, hakikaten Müslümanlar tarafından en çok anlatılan ve bilinen kıssalardandır. O halde kıssanın bir kısmını bizzat yüce Rabbimizin Kelâmından dinleyelim:

           10- O yiğit gençler mağaraya sığınmışlar ve: -“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, şu durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demişlerdi.

           11- Bunun üzerine biz de onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk. (Uykuya daldırdık.)

           12- Sonra da, iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin, kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.

           13- Onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetini artırdık.

           14- Onların kalplerini metin kıldık. O yiğitler (Bizans imparatoru Dekyanos karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına İlâh demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.

           15- Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zâlim var mı?” (Kehf Sûresi)

ONLAR MÜCAHİDLERDİ

Ashab-ı Kehf ve benzerleri şüphesiz ki birer mücahiddir. Ne mutlu onlara.

Şartlar ne olursa olsun, mü’minlere cihad farzdır ve hazırlıklı olmalıdır.

“-Allahu Teâlâ, Cennet mukabilinde mü’minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah cc) yolunda savaştılar. Harp meydanında şehid ve gazi oldular. Bu Allah’ın öyle bir va’didir ki, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da sabittir.” 9 Tevbe 111.

Hangi mü’min canını ve malını, sonsuz lûtuf ve ihsan sahibi Rabbine satmak istemez ki! Peygamberlik makamından sonra en büyük makam olan şehitliğe ulaşan bir mü’mine ne mutlu! Onlar ölümsüzlüğe ulaştıkları için ve ölüm acısını tatmadıklarından Rablerinden; bir daha öldürülüp tekrar diriltilmeyi, tekrar öldürülüp, sonra diriltilerek yine öldürülmeyi isterler. Çünkü onlar ölüler değildirler:

“-Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız.” 2 Bakara 154.

Allah’ın Rasûlü (sas) Efendimize bir adam gelerek:

“-Hangi insan daha faziletlidir?” dedi. Efendimiz:

“-Allah yolunda can ve malı ile cihad eden mü’mindir,” buyurdu. Buhari, cihad 2.

Ebu Zer (ra) de dedi ki;

“-Ey Allahın Rasûlü, hangi iş daha faziletlidir, dedim. Peygamberimiz; “-Allah’a inanmak ve O’nun yolunda cihad etmektir,” buyurdu. Müslim, iman 136.

Cihad o kadar önemli ki, bakınız bu hususta ki bir hadis-i şerifte, cihad isteği ve gayreti olmayan mü’min hakkında ne buyrulur:

“-Bir kimse gaza etmeyerek ve cihada gitmeyi gönlünden geçirmeyerek ölürse nifaktan bir bölüm üzere ölür.” Müslim, imare 158.

O halde hepimizde cihad, Allah için savaş ve dini yayma istek ve gayreti olmalıdır.

İşte bu apaçık hakikattendir ki; Allah’ın Rasûlü ve mübarek ashabı bu güzel dini, bin bir zorluklarla tebliğ etmişler ve canlarıyla, mallarıyla cihad ederek yaymışlardır. Yoksa bize kadar ulaşır mıydı? Hatta biliyoruz ki Allah’ın Rasülünü bu mübarek davadan vazgeçirmek için geldiklerinde, Kâinatın Efendisi, kendisine verilen nice dünyalıkları reddederek şu tarihi cevabı vermişlerdi:

“-Allah’a yemin ederim ki bu işi terk etmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar ben, yine de bu davadan vazgeçmem. Allah Tealâ ya onu bütün cihana yayar, ya da bu yolda ölür giderim.” İbn-i Hişam, es-Sire 1/266.

O halde inanan insanlar olarak bizler de, mübarek dini hem güzelce yaşamalı, hem de etrafımıza ve gelecek nesillerimize ulaştırmak için bütün gücümüzle yaymaya çalışmalıyız. İyiliği emredip, kötülüğü yasaklamakla, İslâm’ı çoluk-çocuğumuzla iyi yaşamakla ve nesillerimizi sağlam bir imanla yetiştirmekle meşgul olmak şüphesiz ki cihadın en güzellerindendir. Zira cihad sadece harp meydanlarında yapılmaz.

Nefisle yaptığımız mücadele büyük bir cihaddır. Çünkü o nefis ki bizi daima, her anda ve mekânda Hakk’dan saptırıp batıla daldırmaya çalışır. Dünyaya rağbeti sağlamaya gayret eder.

İnsanlara Allah’ın dinini anlatmamız yine bir cihaddır. Bu da gerek vaz-u nasihatlerle, konferanslarla, sohbet programlarıyla olduğu gibi gerekse gazete, mecmua ve kitap gibi yazılı basınla, ayrıca çağımızın en tesirli aracı olan televizyon vs. ile de yapılır. Hatta savaş meydanlarında düşmanla karşılaşmadan önce yapılması gereken budur. Zira Müslüman kişiyi o cihada hazırlayan da bu gayretlerdir. Zamanımızda bu gayretlere çok ihtiyacımız vardır. Bugün elimize bir demet gül misali gelen, İslâm’a gönül vermiş yepyeni nesil de, böyle gayretlerin sonunda hâsıl olmuştur. Bunun tohumlarını atan ve nice fedakârlıklar yapan büyüklerimizden Allah razı olsun.

ŞEHİTLİK VE GAZİLİK

Cihadı güzelleştiren ve kıymetlendiren bir hakikat de, onun sonundaki şehitlik ya da gazilik mertebesidir. Dünyayı satıp âhireti alan mücahidler, bu güzel mertebeye ulaşmak için ölüme adeta meydan okurlar. Kendilerini ölümün kucağına atarlar. Zira onlar bilirler ki Rableri katında büyük ve akıl almaz dereceler kendilerini beklemektedir:

“-Âhiret hayatına mukabil dünya hayatını satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürür veya galip gelirse, Biz ona ilerde büyük bir mükâfat vereceğiz. “ 4 Nisa 74.

Cenab-ı Hakk’ın bu büyük va’dine ulaşmak için canını harp meydanlarında cömertçe ortaya atan Allah’ın sadık kulları, inşaallah bu büyük mükâfata ulaşmışlardır. Ölüm acısı tatmadan Rablerine kavuşan o güzel kullar, zaten doğru yola ulaştırılmışlardır. Ziri o kullar Allah’ın ismini yüceltir ve nesillere ulaştırırlar. Hem de canları pahasına:

“-Bizim yolumuzda mücahede ederler. (İsmimizi nesilden nesile iletirler.) Biz onlara elbette (doğru) yollarımızı gösteririz.” 29 Ankebut 69.

Savaş gerektiği zaman ondan kaçmak yoktur. “İbadetinizi yapın, cihadı bırakın” demek ne büyük bir cehalettir. Allahu Teâlâ bunu apaçık belirterek, gazabını şöyle ortaya koymaktadır:

“Kendilerine, “Elinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin” denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca bir de gördün ki, içlerinden bir grup Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korkuyla insanlardan korkuyorlar da, “Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın, bizi yakın bir süreye kadar geri bıraksan olmaz mıydı?” diyorlar. Onlara de ki: “Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır ve size zerre kadar haksızlık edilmez.” 4 Nisa 77.

Bugün savaş ve cihad anılınca eğer korkuyorsak, bu imanımızın zayıflığını gösterir. Hatta Yahudi ve Hıristiyanların ortaya atarak inandırdıkları şu düşünceler ne kötüdür:

“-İşte namazımızı kılıyor, orucumuzu tutuyoruz. Hacca da gidebiliyoruz. Camiler de açık. Bundan iyisi mi olur? Neden uğraşıyorsun? İnsanları ve memleketi sen mi düzelteceksin? Neden kendini tehlikelere atıyorsun? Sanki anlatınca insanlar değişiyor mu? Ne gerek var?”

Evet, bu gibi sözlere inanmak mü’minleri helak eder. Nasıl mı? Bakınız Allah’ın Rasûl’ünden öğrenelim bunu:

Allah’ın Rasûl’ü (s.a.v.) Efendimiz iyiliği emredip, kötülüğü men hakkında şöyle buyurmuşlardı ki, bu da cihadın bir bölümü hatta özüdür:

“-Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin olsun ki, ya ma’rufu emreder ve münkerden yasaklarsınız; yahut da Allah’ın, katından umumi bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvarıp yakarırsınız da, duanız kabul edilmez.” Tirmizî, fiten 9.

Bu manâda Allahu Zü’l-Celâl de şöyle buyurur helâk olan kavimler için:

“-Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” 5 Maide 79.

Hakikat ne kadar açıktır. Cihad her devirde vardır. Yolu ve şekli değişik olabilir ama insanlara Hakk’ın yolunu anlatmak ya da kâfirlerle çeşitli şekillerde savaşmak her zaman gereklidir. Bunun için de Allah’tan gayriden korkmamak ve cihad ruhunu daima taşımak gerekir. Durgunluk, uyuşukluk ve nemelâzımcılık İslâm’ın ruhuna hiç de uygun değildir. Unutmayalım ki Rasûlullah, ashabı ve İslâm devletleri bu ruhla dini yaydılar. Ecdadımız Osmanlı da cihad ruhuyla Allah’ın ismini yükselttiği için Allah da onları yükseltti.

Sevgili genç kardeşlerim!

Allah’ın müstesna dinini yaşamak, insan için en büyük kurtuluştur, diriliştir. Bütün gayemiz bu mübarek dîni en iyi şekilde hayatımıza geçirmektir. Bu gayeye ulaştığımız zaman, gönül ufuklarımızda binlerce âlem açılacak ve ebedi hayatın o muştular dolu sonsuz zevk ve saltanatı, daha bu dünyadayken bizi kaplayacaktır. İşte Allah’ın bu güzel vaatleri bizlere, daima, bitmeyen lûtuf ve mükâfatları müjdeler. Yukarıda ki o büyük lûtuflarla selâm manâsı, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde geçmektedir. İşte bunlardan biri daha:

“- Allah’ın azabından korkup rahmetine sığınan muttakiler, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar; Oraya emniyet ve selâmetle girin, denilecektir.” 15 Hicr 45–46.

Selâm olsun cümle şehitlere!