24 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesi tam da Mercidabık meydan savaşının yıldönümüne denk geldi. 500 sene önce aynı gün Osmanlılar ülkemize girmişti. Ülkemize hoş geldiniz. Tarihin tekerrür etmesi bizim için sorun teşkil etmiyor. Ancak…

Sizin, bizim ve bilen herkesin bildiği gibi Suriye’de yeni bir devlet kurma girişimi başarılı olamayacak. Suriye’de çözümün geleceği alternatifsiz tek bir seçenek olarak önümüzde duruyor:

Bir süreliğine Suriye’de vesayet sistemi kurulması. Bu gerçeği itiraf etmeyi daha fazla ertelemeniz, halkımızın Suriye’de mevcut etkin güçlerin hiç birinin devlet nizamını gerektiği gibi tesis edemeyeceğinden bütünüyle emin olmasından başka bir işe yaramayacak.

Vesayet sistemi Suriye için kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır. Hele de İran başta olmak üzere birçok devletin oynadığı etnik ve dînî çatışmaları körükleme oyunlarından sonra… Ayrıca, Esed rejimine karşı zafer kazanma fikri birçok uluslararası gücün uykularını kaçırmıştır. Keza, Suriye’de etnik ve grupsal çeşitliliğin geleceğinin tehdit altında olması da bu tedirginliğe yol açmaktadır. Devlet Örgütü’nün (DAİŞ/IŞİD) bölgede gerçekleştirdiği dehşet verici uygulamalar bu kaygıyı pekiştirmiştir. İlave olarak, Der’a, İdlib ve Gota’da olduğu gibi muhalif grupların kendi aralarındaki savaşların geride bıraktığı yüzlerce cansız beden bu kaygıyı büyütmüştür. Bütün bu savaşlar ve küçük parçalara bölünmeler, muhalif grupların realist bir siyasi görüşe sahip olmasına mani olmuş, Esed rejiminin onlara uyguladığı katliamlar bile bu grupları birleştirmeye ve uyumlu hareket etmeye sevk edememiştir. Peki, bu muhalif gruplar hangi siyasi öngörüyle devlet yönetimini üstlenecekler?

Mercidabık’a yeniden hoş geldiniz! Altında bulunacağımız bayrağın rengi bizim için önemli değildir. Bizim için önemli olan, güvenli bölgenin sadece teröristlerin Türkiye’ye sızmasını engelleyen bir güvenlik şeridinden ibaret kalmamasıdır. Bizim arzuladığımız güvenli bölge; hayata yeniden başlamaya, istikrarın yeniden tesis edilmesine, yeniden modern kentlerin kurulmasına, iktisadi hayatın yeniden canlanmasına, altyapının acilen inşa edilmesine, Lübnan’da olduğu gibi Arap çadırlarında hakaretlere maruz kalan Suriyeli mültecilerin hızla geri getirilmesine zemin oluşturacak bir güvenli bölge anlayışıdır.

Bu gelişme bizim için yeni bir başlangıcın zorunluluk olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye Hükümeti’nin bu meseleyle bizzat meşgul olacak bakanlar tayin etmesi uygun olacaktır. Bu bakanların tek işi güvenli bölgeyi yönetmek; dînî inançları ve etnik kökenleri farklı da olsa tüm Suriyeli sivillerin bölgeye yeniden dönmesini ve yönetimde hepsinin söz sahibi olmasını sağlamak olmalıdır.

Elbette Suriye’nin güneyinde de ikinci bir güvenli bölge girişimi söz konusudur. Ürdün sınırında bütünüyle Arap finansmanıyla oluşturulacak bu ikinci güvenli bölgenin yönetimi müşterek bir Arap heyeti marifetiyle olacaktır. Bizim, Suriye sokağının derinden hissettiği şu gerçeği önemsememiz gerekmektedir: Kanayan yaranın durdurulması ve bölünmenin engellenmesi. Mesela ben, oğlum Abdullah’ı babası Sünni annesi Alevi olan Suriyeli bir kızla evlendirdim. Gelinim, savaş ve bölünmeler sebebiyle annesiyle ve dayılarıyla görüşemiyor. Bu felaket savaşın paramparça ettiği binlerce Suriyelinin başında. Savaş aile birliğini parçaladı. İstisnasız herkesi ve her şeyi parçalara böldü!

Burada vermek istediğim mesaj şudur: Parçalanmış aileleri yeniden nasıl toparlayıp bütünleştirebiliriz? Ve kanayan yara dosyasını sonsuza kadar nasıl kapatırız?

Çeviri: Fethi Güngör