Kozmopolit ülkemin Kemalist kanadında, malûm gündem çerçevesinde yeni bir görüş hâkim şu sıralar:

 “Atatürk tekke ve zaviyeleri kapatırken bir bildiği vardı elbet” şeklinde…

Bu tip söylemler, basmakalıp zihniyetin süzgecinde kalan inadî cehalet tortularıdır. Bu dürtünün mayası ise kafataslarına mıhlanmış maddeciliktir. Kemalist olduğunu iddia edenlerin, tekrarcı siyaset üzerinden bizzat dine karşı başkaldırısıdır.      

Hiç şüphesiz zahiri olarak Kemalizm ile bağdaştırabileceğimiz Ulusalcılık, kavram ve terim bâbında uyuşmazlık içerir. Ulusalcılık teoremini kavram açısından detaylı irdelediğimizde, bütünleştirici ve kucaklayıcı “milli” bir nitelik taşımadığı aşikârdır. Öte yandan dilimizde kullanılan Ulusalcılık terimi, keskin ve kemikleşmiş bir ideolojiyi şirin bir isimle pazarlama çabasından ibarettir. Yani ulus çıkarlarını gözetmekten ziyade, manifestosu belirlenmiş materyalist bir rejimi vicdanlarda meşrulaştırma girişimidir.

Bu akımın peşinden sürüklenenler de, görünen o ki yaklaşık bir asırdır ‘’ulusal’’ ekseni dışlamış, anlam olarak kendi ideolojisine itaat etmeyen fakat icraat bakımından “ulusal’’ çıkarları her daim ön planda tutan ve gerektiğinde bunun için savaşan “halkı’’ küçümsemiştir.

Gayet tabiidir ki bu marka ulusalcıları, halkın iradesini küçümsediği gibi, halkın iradesi doğrultusunda -basit ve net bir ifade ile– “küffara’’ karşı mücadele veren bir liderin eylemlerini de görmezden gelecek, ânı idrak etmek yerine kendisini geçmişin gölgesine zincirleme gafletinde bulunacaktır. Maddenin manasız ruhunda hapsolanlar; mananın kuvvetini kabullenemeyecek, har bakışta bir hiçlik ve her nakışta bir noksanlık arayacaktır.

Velhasıl sözünü ettiğimiz konuda iki sıkıntılı mesele mevcuttur:

Birincisi her münakaşayı Mustafa Kemal’e bağlama kronikliği, ikincisi de FETÖ’yü ısrarla gerçek bir cemaat olarak addedip din düşmanlığına kılıf uydurma sanatıdır.

İlk husus hakkında pek bir söze hacet yoktur. Gerçek ortadadır. Yıllar boyu tapınmakla meşgul olan ilerici(!) zihniyet, savundukları her fikre ihanet etmiş, özgürlüğü yalnızca kendi gibi düşünenlere bahşetmiştir. Yobazlığa geçit yok naraları atıp fikir yobazlığının muhafızı olmuştur. Hakikat, kendisi gibi düşünmeyenlerde tecelli edince burun kıvırmıştır.

Bunlar için önemli olan, Erdoğan’ın din simsarı terörist bir teşkilatla mücadelesi değil, Mustafa Kemal’in 91 yıl önce tekke ve zaviyeleri kapatmasıdır. Çünkü kafaları, ilerici olduklarını iddia etmelerine rağmen halen 91 yıl öncesinde kalmıştır. Günümüzdeki bu kanlı “tiyatro” ile  mücadele etmeleri, hiç olmazsa mücadele edenlere saygı duymaları gerekirken, gereksiz kıyaslamalarla haşır neşir olmaktadırlar.

Diğer husus da alenen ortadadır. Mânadan hisse koparamamış madde tapınıcıları, din kavramı altında sadeleştirilen topyekûn mâneviyatı, kendi fikir tablolarında zifiri bir karanlık olarak resmetmektedirler.

Ne kadar hazin değil mi?

Tablonun, fırçanın, fikrin ve hatta karanlığın; maddenin ve mânanın gerçek sahibini idrak etmekten aciz olup, sınırlı idrakleriyle sınırsız bir idrak rotası çizmeye çalışıyorlar

40 yılı aşkın bir süredir bin bir türlü ahlaksızlıkla devletin katmanlarına sızan, adalet ve eğitim kurumlarında adaletsizce hüküm süren, kirli gayelere ulaşma uğruna dini hükümleri bile yok sayan, ihanetin son noktasında da öz halkına silah doğrultan; kanlı, Makyavelist ve ezoterik bir örgütü utanmadan sıradan bir cemaat yelpazesine sığdırıp, bu kisve altında milli ruhun ve milli imanın ırzına geçmeye çabalıyorlar.

Fakat bu malâyani çırpınışlar onları küfür bataklığından kurtaramayacak, aksine küfrün en derinine itecektir.

Ve vakit geldiğinde bu bataklıktan geriye, “iman ve aksiyon” sahiplerinin küfrü kurutucu milli şahlanışı kalacaktır!..