Bugün büyük gün!
Güzel ülkemi aylardır meşgul eden referandum süreci nihayete erdi. Millet kararını verdi. Bu yazı, kesin sonuçlar açıklanmadan yazıldığı için netice hakkında konuşma imkanımız olmayacak. Ama “Olan da hayır vardır” ilkesinden yola çıkarak sonuçların milletimiz ve ümmet için hayırlar getirmesini diliyoruz.
Laplace’ın cinine göre bugün alınan sonuç, aslında çok evvelden belirlenmişti. Kimdir Laplace ve onu ünlü yapan nedir?
Fransız matematikçisi Pierre Simon Laplace, 1814’te yayımladığı makalede, deterministik evren anlayışını savunmak için “evrendeki her şeyin durumunu bilen bir beyin”in var olduğunu iddia etmişti. Elbette o, kadir-i mutlak, alîm ve habîr bir yaratıcıya göndermede bulunmuyordu. Onu takip eden bilim adamları daha sonra her şeyi bilen bu beyine, gösterişli bir isim verdiler: Laplace’ın cini.
Karar verme süreçleri temelde psikolojik süreçlerdir. İnsan kararlarını sebepler, değerler ve çeşitli psikolojik süreçlere bağlı olarak verir. Ancak determinist felsefeye göre fiziki alemde her şey, önceden gerçekleşmiş olayların bir neticesidir. İzafiyet teorisiyle determinist evren algısına ilk darbeyi indiren fizikçi olmasına rağmen Einstein bile “Tanrı zar atmaz” mottosuyla bu teze destek çıkmıştır. Bu varsayıma göre, geçmiş geleceği belirler. Özgür irademizle aldığımızı sandığımız bir karar, aslında geçmiş genetik dizilimler (kalıtım), sosyal çevre (aile, kültürel çevre, benim “medyatik kulluk” adını verdiğim sürekli maruz kaldığımız medyatik süreçler ve enformasyon) ve oldukça karmaşık çeşitli psikolojik etkenler tarafından belirlenmektedir. Eğer karar alma süreçlerinin cereyan ettiği beynimiz de bu mekanik sistemin bir parçası ise özgür irade yok demektir. Bu, insanın bir tür robota dönüşmesi ve otomatlaşması anlamına gelir ki bizi, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik sayılan “tanrısal dokunuş”un butlanına götürür.
Karar verme süreçleri, nöro bilim insanları tarafından yapılan çeşitli deneylere de konu edildi. Özellikle Benjamin Libet’in yaptığı ve “libet deneyi” adı verilen araştırma gösterdi ki parmak kaldırma gibi basit bir kararı verirken dahi aslında, bilinçaltımız devreye girmekte. Bu deneyde incelenen beyin hareketleri, karar alma sürecinde artan beyin aktivitelerinin, bir şeye karar verirken hükmün zamanlaması ile ilgili ilginç veriler ortaya koydu. Buna göre, siz bir konuda karar verdiğinizi sandığınız andan kısa bir süre önce beyniniz zaten kararını vermiş ve harekete geçmişti. Beyinde 100 milyar civarında sinir hücresi olduğu düşülünce, bu işin ne kadar komplike ve sofistike olduğu fark edilecektir.
Bugün beyin üzerine araştırmalar yapan pek çok akademisyen, insanda özgür iradenin bulunmadığını savunmaktadır. Çünkü beyinde alınan kararlar, pek çok başka şeye bağlı olarak adeta deterministik bir zorunlulukla cereyan etmektedir. Burada insanın görünmeyen yanını, yani ruhunu yok saymaktan kaynaklanan bir bilimci anlayışla karşı karşıya kaldığımızı fark ediyoruz.
Şurası yadsınamaz bir gerçek ki beyin dediğimiz organ, henüz sır kapısı aralanabilmiş bir organ değildir. Ayrıca bilimin ortaya koyduğu veriler, zamanla kaim olup elde edilecek yeni bulgularla değişebilir hatta geçersizliği ispatlanıp akademik çöplüğün yığınlarından biri haline de dönüşebilir.
Sözün başına dönüp soralım: Bu halk oylamasında seçmenler hangi saiklerle karar verdiler? Ne kadar manipüle ve de kanalize edildiler? Reylerinde özgür iradeleri ne kadar belirleyici oldu? Elbette bu uzun ve ayrı bir yazı konusu. Yine de seçmenlerin karar verme vetiresinde ideolojik bağımlılık, sosyo-ekonomik durumunu koruma içgüdüsüne dayalı kaygılar, etnik duyarlılık, cinsiyet ve eğitim seviyesinin yarattığı sosyolojik durumlar, cemaat ve tarikatlar gibi dini grup aidiyetleri, bireysel endişeler, kişisel sempati ya da antipatiler gibi etkenler belirleyici olurken ülke menfaatini kendi ındî yarar ve kaygılarının önüne alarak mobilize olmak gibi hayli erdemli sayılabilecek tutumların da etkili olduğu bilinen bir gerçektir.
Baki selam…