Güç ve otorite ile kötülüğü kurumsallaştıran Batı, yaşadıkları tarih üzerinden bile bir tarih okuması yapmak ve olup bitenleri idrak etmekten her geçen gün uzaklaşıyor. Bu durum insanlık aleyhine dezavantajlı bir durumun oluşmasına zemin hazırlıyor. Batı düşüncesine mensup ve o düşüncenin mimarlarının kısm-ı azamisi ya kötülük okumasının faturasını Almanya’ya keser; ya da görmezden gelir. Roma barbarlığı ile başlayan Batı adamının insana ve insanlığa karşı vahşi uygulamaları keşifler çağından günümüze demir atar. Zulüm tarihi Endülüs’te, Yeni Kıta diye gittikleri ve oradaki insanları insan saymadıkları için yok ettikleri büyük yıkıma, Afrika’yı insanları ile yağmalayarak Avrupa ve Amerika’ya taşımaları ile devam eder. Batı’da kendilerini akıllı, insanlık âlemini sersem addederek günah çıkarma odasındaki mahcubiyet tavırları ile Batı barbarlığını kısmen Auschwitz'den başlatırlar ve kefaret olarak siyonizme kol kanat gererek Gazze’de bebek ve masum kadınların katledilmelerini görmezden gelirler; gözlerine sokan birileri olduğunda da “kırmızı çizgilerinin aşılmadığının” altını çizerler; o kırmızı çizgilerin insan kanıyla Müslümanların yaşadığı coğrafyanın her bir santimine bir şehadet destanı olarak çizildiğinin farkında olmayarak.
İnsan onuru, insan hakları ve hak ihlalleri iddiasıyla ülkemizi ve ülkemiz benzeri pek çok ülkeyi suçlayıcı raporlar yazan Batılı ülkeler ve ABD, Gazze’deki toplu katliam ve soykırıma ses çıkarmama ve destekleme kararlılığını her dem teyit ediyor. Hak ihlallerinde sınır tanımayan “Siyonazi”lerin “kendilerini savunma hakkı”nı savunurlarken; çocukların yaşama ve büyüyememe hakkını, kadınların hakkını, silahsız sivil halkın hakkını vb. kimin ihlal ettiğini görmezden gelmekte ısrar ediyorlar. Canlı yayınlarda olup bitenlerin araştırılması görevini “Siyonazi”ye tevdi eden ahlaksız Evanjelistler, nasıl bir rapor ve sonuç beklentisinde?
Evanjelist Batı âlemi ve ABD ile siyonist İsrail; varoluş ve insan öldürme sanayilerinin geleceğini, zayıf ve mazlum ülkelere zulmederek, katlederek, zihinsel kolonyalizm aracılığı ile kurumsal kötülük aparatlarını her dem iş birliği yapmak üzerine kurmuşlar. 1400-1600 yılları arasında gerçekleşen ve coğrafi keşifler çağı olarak nitelenen dünyanın Batı eliyle yağmalanması, Avrupa dışındaki insanoğlunun dünyanın her yerinde soykırıma tabi tutularak sömürgeleştirilmesi geleneğini 18 ve 19. yüzyılda sistematik ve kurumsal kolonyalizme dönüştüren Batı aklı, 20. yüzyılda iki büyük savaşla insanlığa ve insanlık mirasına ihanet etmeye devam etti. Birinci paylaşım savaşının ardından stratejik ve sömürgeci doyumsuzluğunun gereği olarak dünyayı bölük pörçük kasaba ülkelere dönüştürerek yönetme stratejilerini yürürlüğe koydu. İkinci savaş sırasında Avrupa topraklarında inşa ettikleri Auschwitz, Birkenau, Chelmno; Majdanek, Treblinka ve Sabibor’da kurumsal olarak dünya tarihinin en büyük zulüm kamplarını kurdular. Burada olup biten felaketler Yahudiler üzerinden anlatılsa da kamplarda çingenelerin, Müslümanların ve farklı etnisitelerden pek çok insanın bu zülüm çemberinden geçirildiği bilinmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın orta yerinde Srebrenitsa’da Batılı ülkelere mensup askerlerin gözleri önünde meydana gelen en büyük toplu soykırım mahkeme kararlarıyla tescil edildi. Vietnam, Afganistan, Irak, Afrika ve diğer kıtalardaki zulüm ve katliamların sorumluları da kötülük stratejilerinin mimarlarıdır.
20. yüzyılda emperyalist Batı’nın kötülük stratejileri dünyanın farklı yerlerindeki aparatları (siyonist İsrail) aracılığı ile acımasız bir şekilde yürürlükte tutuldu. Şimdilerde “Siyonist-Evanjelist” bir ideolojiye dönüştürülen zulüm mekanizmaları aleni bir ortaklıkla 21. yüzyılda yaşatılmak isteniyor. Hâlen kadim Filistin topraklarında yaşanan soykırım, kurumsal kötülük stratejisinin bir ürünü. Çocukların ve kadınların öncelikle soykırım listesinde olduğu bir coğrafyada dünya, hiç kimse için güvenli değil ve güvenli olmayacaktır. Son olarak BM gözetiminde kurulan Refah’taki çadır kampının ABD’nin ürettiği termobarik (Nükleer olmayan ancak ısıya dayalı basınçla patladığından atom bombasına denk tahrip gücüne sahip. Belli bir yükseklikte patlatılan ve oksijenle reaksiyona girerek oluşturduğu basınç ve havasızlık sonucu insanları boğarak öldürür.) bombalarla çadırları içindeki masum insanlarla yakan -daha önce Gazze’de hastane katliamında da kullanıldı- siyonizmin nasıl bir dünya hayal ettiğini anlamaya çalışmak için geç kalınmadı mı dersiniz? Bu vahşi anlayışın baş tedarikçisi ve koruyucusu ABD, İsrail'in füzelerle dünyanın farklı ülkelerine mensup gıda organizasyonu mensuplarını vurmasından sonra bir soru üzerine “İsrail’in hatasını kabul ettiğini” söyledi ve "İsrail'in uluslararası hukuku ihlal ettiğine dair hiçbir kanıt bulunamadı." cevabını verdirerek John Kirby aracılığı ile “masum vahşeti (!)” dünyaya ilan etti. Aynı ikiyüzlü sözcü, İsrail'in Refah'a sığınan sivil Filistinlilerin çadırlarını bombalayıp yaptığı katliam için de "çok trajik ve üzüntü verici" olduğunu ancak ABD'nin "kırmızı çizgisinin aşılmadığını" ve “İsrail’in yapacağı soruşturmanın sonuçlarının beklenmesi gerektiğini” zırvalamaktan utanmadı. Burada hikâye şu: Silah tedarikçisi, gözetleme kulesindeki nöbetçi ve koruyucu, strateji danışmanı ABD! Kiralık katil, terörist, soykırımcı. Anne ve bebek katili, işgalci-yerleşimci siyonist İsrail! Azmettirici, katilin cinayet mahallini inceleyip delil toplamasını istiyor. Bu anlayış tek başına insanlık için ahlaksızca ve onur kırıcı. Açıkça insanları aptal yerine koyan bir anlayış.
**
İnsanlık onurunu yok sayan “Evanjelist-Siyonazi” anlayışına karşı Nekbe gününde başlayan ve hâlâ diri tutulan direniş ruhunun sahipleri; dün olduğu gibi bugün de ölümü, ölümle yenerek; onurla ve başı dik yaşamanın, özgürlüğün ve kulluğun somutlaşmış hakikatini insanlara göstererek var oldular. Tanklara taş atan çocuklar, büyüdüklerinde de uçağa sapanla direnmenin destanını yazdılar. Bunun sayısal bir karşılığı yok. Ölümü, ölümle yenme sırrını Gazze’de, Kudüs’te, Refah’ta, Han Yunus’ta yaşatanlara omuz verenler, aynı sırrın ve dayanışma ruhunun huzur iklimini kalplerinde hissederek yarın utanmadan, kalpleri sıkışmadan, nefesleri daralmadan, başlarını eğmeden insan olmanın ve insan onuruyla yaşamanın sahiciliği ile dünyanın geleceği için insanlık ve merhamet bayrağının nöbetçileri olarak umutlarını yitirmeden yürümeye devam edecekler. Filistinli şair Mourid Barghouti’nin söyleyişiyle: "Temiz bir ölümle ölmek iyidir, / gömleğimizde deliksiz / ... / Yanağımızın altında kaldırım taşı değil, beyaz bir yastıkla, / ellerimiz sevdiklerimizin elleri arasında, / çaresiz doktorlar ve hemşireler etrafımızda, / arkamızda zarif bir vedadan başka hiçbir şey bırakmadan, / tarihe aldırmadan, / dünyayı öylece bırakarak, / bir gün bir başkası onu değiştirir diye umarak / ölmek iyidir."