Körfezde krizin başlamasından bu yana, tahmin edilenden daha ciddi sonuçlar doğurabilecek olan bu kriz hakkında birbirine zıt yorumlar ortaya atılmaya devam ediyor. Kriz, kimilerince krizin yapay ve geçici olduğu; kimilerince küresel güçlerin Ortadoğu’ya çekidüzen vermesinin yeni bir adımı olarak değerlendiriliyor. Bir başka görüş ise Katar’ın Ortadoğu’daki “terörist gruplar”a destek verdiği ve cezasını çekmesi gerektiğinde ısrarcı…
Körfezdeki diğer ülkelere göre kısmen daha bağımsız bir dış politika izlemeye başlayan Katar, diğerlerinden farklı olarak dünyaya açık ve gelişmeleri yakından takip eden bir inisiyatif geliştirmişti. Bu küçük ülke, 1995’de yeni Katar Emiri olarak Al Sani’nin yönetime geçmesinden itibaren iki milyonluk küçük nüfusuna rağmen komşu ülkelere göre oldukça etkin bir dış politika ve PR/tanıtım faaliyetleriyle uluslararası arenada umulandan çok daha fazla gündemde kaldı.
Katar’ın küçük bir ülke olarak sıkışıp kalmamak üzere diğer devletlerle bir denge politikası yürüttüğü ve mümkün olduğunca çok uluslararası aktörle teması sürdürmeye çalıştığı bilinmekteydi.
Dünya çapında yayın yapan El-Cezire televizyonuyla, Barselona Futbol Kulübünün ana sponsorluğuyla; 2022 Dünya Kupası ev sahipliğine hazırlanıyor olmasıyla ve Balkanlardan diğer Arap ülkelerine kadar birçok ülkede proaktif girişimci tarzlarıyla komşularından oldukça farklı bir politika izlemekteydiler.
Geçtiğimiz son yirmi yılda Suudi politikalarından bağımsız hareket eden bu özgün tarz gelişirken Suudi rejimi bölgede tartışmasız tek lider ve tek güç olarak kendisini görmek istemesi dolayısıyla Katar’ın dünyaya açık politikalarından rahatsızlığını her fırsatta mırıldanıyordu.
Geçtiğimiz günlerde, 23 Mayıs gecesinde Emir Al-Sani’nin İran ile gerginliğe gerek olmadığını açıklayan konuşması, bölgede ABD politikalarına ters düştüğünden doğrudan ABD karşıtlığı olarak kabul edildi. İddialara göre Emir Al-Sani, özellikle Suudileri ve ona yakın ülkeleri, İsrail’in çıkarlarına hizmet etmek ve ABD’nin kuklası olmakla itham ediyordu.
Bu gelişmenin hemen ardından Katar basın yayın kuruluşlarına siber saldırılar ile olaylar zinciri başlamış oldu. Katar’ın bölgede yalnızlaştırılarak cezalandırılması amacıyla bir tecrit politikası Suudi Arabistan’ın öncülüğü ile yürütülmeye başlanmıştı. BAE, Yemen, Libya, Mısır ve Maldivlerin de kervana katılmasıyla Katar bakımından sıkıntılı bir sürece girilmiş oldu. İşin tuhaf tarafı, bu ülkelerin çoğu, dış politikada gücü olmayan veya iç karışıklıklarla boğuşmakta olan ülkelerdi.
Katar’ı dize getirmek ve onu kendi bölgesinde yalnızlaştırmanın aracı olarak da DAEŞ, El Kaide ve İhvan’a destek verdiği iddiaları, Suudi yönetimi tarafından keskin bir üslupla dile getirilerek uluslararası kamuoyuna taşındı. Bunun hemen ardından, diplomatik yaptırım kararlarının uygulanmasına geçildi.
Sözü geçen ülkeler, Katar vatandaşlarının iki hafta içinde ülkelerini terk etmeleri; kara, deniz ve hava sahalarını Katar’a kapatmaları; diplomatlara 48 saat içinde ülkeyi terk etmek için süre tanımaları gibi yaptırımlar süratle uygulamaya konuldu. Ayrıca, Suudi rejiminin Yemen’deki koalisyondan Katar’ı çıkarması da diğer beklenmedik bir yaptırım oldu.
Katarla ilişkilerini kesen ülkelerin bu yaptırımları, bu ülkenin İhvana destek sağlaması ve mensuplarına Katar’da sığınma imkânı tanımasına ve ayrıca Suriye, Yemen ve Libya’da savaşan taraflara destek sağladığı iddiaların dayanarak uyguladıkları iddia ediliyor. Bütün bu iddialara cevaben Katar Dışişleri Bakanlığı, iddiaları gerçek dışı ve mesnetsiz olarak nitelendirerek reddetti.
Önceki yazımızda, aslında bütün bu olup bitenlerden çıkarılması gereken önemli dersler var demiştik. Bunlardan bir kısmını burada tespitle sıralamakta fayda olduğunu düşünüyorum:
Körfezde aynı koalisyonun içinde savaşırken bile birkaç gün içerisinde koalisyondan atılabilmek gibi sonuçlarıyla müttefiklik ilişkilerini anlayabilmek oldukça güç.Bölgede, teamül ve diplomatik kuralların geçerli olmadığı bir atmosfer ve dil hâkim.Küresel güç odakları bir ülkeyi yıllar boyunca çıkarlarına uygun şekilde göz yumduktan sonra bir anda “şeytan” ilan edebiliyorlar. Irak, Suriye ve nihayet Katar tipik örneklerden.Türkiye ile yakın ilişkileri sürdürüyor olmak, uluslararası arenada, diğer ülkeler tarafından cezalandırılmak için sebeplerden biri olabilmekte.Bir ülkeyi tedip etmek için komşu diğer ülkeler rahatlıkla araç olarak kullanılabiliyor.Körfezdeki hanedanlıklara dayalı krallıkların tarih bilinci ve yerli politikaları olmadığı gibi dünyayı doğru okuyabilecek birikime de sahip değiller.Halkına dayanmak yerine petro-dolarlara dayanan bu yönetici ailelerin dış güçler tarafından elde tutulmasıyla kontrolleri, bütün bu ülkeleri gerçek ve güvenilir birer devlet olmaktan uzaklaştırıyor.Bütün bu ülkelerin tarihte nasıl ortaya çıktıkları ve hangi uluslararası angajmanlara tabii tutuldukları bilinmeden “körfez bölgesi” doğru okunamaz.
Türkiye milli menfaatlerine uygun kalıcı dostluklar için konjonktürel değil, köklü stratejiler üretmek zorunda…