Saim Tut: KKTC Din İşleri Başkanı Prof. Dr. Talip Atalay ile mülâkat: ‘Kuzey Kıbrıs Türk halkını ihya etmek mümkün’

Sayın Başkanım, siz uzunca bir dönem Dicle Üniversitesi’nde görev yaptınız. Kıbrıs Din İşleri Başkanlığına getirilme öykünüzü kısaca aktarsanız?

Ben, 1974 harekâtı sonrası Mersin’den Kıbrıs’a göçen bir ailenin çocuğuyum, orada büyüdüm. Yüzlerce akrabam halen orada yaşıyorlar ve adayla ilişkim doğrusu hiç kesilmedi. Dicle Üniversitesi’nde akademik alanda çalışırken esasen bilimsel olarak azınlıklıklar, birlikte yaşama kültürü bağlamında Osmanlı Milletler Düzeni gibi konularda derin araştırmalar yapma imkânı buldum. Yüksek lisans tezim Kıbrıs üzerineydi, aynı şekilde doçentlik tezim de.

Kıbrıs üzerine derken, hocam spesifik olarak söyleseniz…

Evet, yüksek lisans tezimde dünden bugüne Kıbrıs- İdari Yapılanma ve Din Eğitimi üzerineydi, doçentlik tezimde ise Kuzey Kıbrıs’ta Yaygın Din Eğitimi ve Cami Hizmetleri konusunu ele almıştım. Dolayısıyla bu çalışmaları gerçekleştirirken 1928-1993 arası tüm basılı arşivi inceleme fırsatım oldu.

Peki neden 1928’den başladı bu arşiv okuması?

Kıbrıs tarihi açısından 1928-29 çok önemli değişimlere sahne olan bir dönemdir. Latin alfabesi bu yıllarda kullanılmaya başlanmıştı ve en önemlisi müftülük kurumunu ilga etti İngilizler. Dolayısıyla biz de okumamıza başlangıç olarak bu tarihi aldık.

Başkanım, şimdi bir şeyi doğru anlamak istiyorum az önce 1928 yılında müftülük müessesinin İngilizlerce ilga edildiğinden bahsetmiştiniz. Bu konuyu biraz açarak Din İşleri Başkanlığı makamının Kıbrıs’ta ne anlama geldiğini, tarihçesiyle birlikte bize biraz anlatsanız.

Din İşleri Başkanlığı dediğimiz aslında 1960’a kadar Kıbrıs Müslümanlarını temsil makamı olan tarihsel ‘müftülüğün’ karşılığıdır. 1928’de İngilizler işgal ettikleri hiçbir yerde yapmadıkları bir şeyi yapmışlar ve müftülüğü ilga edip bir daire kurarak evkafı kendilerine bağlamışlar. Kıbrıs Türkleri’nin 1951’e kadar en önemli 5 hedefinin başında müftülük kurumunun yeniden tesis edilmesi geliyor, çünkü bu insanların bir önderliği olmadığı anlamına geliyor.

Şimdi Osmanlı milletler sistemine göre Başpiskopos ‘milletin başı’ anlamına geliyor. Kıbrıs’ta, Rumlar’ın yani Ortodoksların başı… Aynı şekilde müftü de oradaki İslam Milleti’nin başı. 1951 yılında adadaki Türkler yeniden bu kurumu tesis etme imkânına kavuşuyorlar ve Türkiye’den vekaleten bir müftü atanıyor. 1952 yılında müftülük yasası çıkartılıyor ve ada genelindeki heyecan verici bir seçimle oradaki Müslümanların, ya da Türklerin tek temsilcisi olmak üzere müftü seçiliyor yeniden. Yani tarihsel bağlamda müftü aynı zamanda milletin başı anlamı taşıdığından burada çok önemli bir kurum. Tabi bu durum 1959 yılı görüşmelerine kadar böyle devam ediyor, hatta görüşmeleri Kıbrıs Müftüsü ve Başpiskopos karşılıklı olarak sürdürürken bu arada Türkiye bu görüşmelerde müftünün yerine siyasi kanadın katılmasını istiyor ve öyle de oluyor. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor, Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı, Başpiskopos Macarios Başbakan. Ortada bir de seçilmiş bir müftü, yani millet başı var. Dolayısıyla bu bazı sıkıntılara ve sert tartışmalara sebebiyet veriyor, bu tarihten sonra müftülük kurumu pasifize ediliyor, ihmale uğruyor. Kıbrıs Türk tarafının bu dönemki siyasetinde Türkiye tam anlamıyla hâkim konumda, tabi Türkiye’de de bir cunta hükümeti var bu dönemde.

Sayın başkanım peki, Kıbrıs’da dini hayat ya da insanların İslam’la bağları, ilişkileri ne durumdadır şimdilerde?

1949 yılında Türk toplumu ileri gelenlerin hazırladığı ve İngilizlere sunduğu bir rapor ve talepler zinciri var. Orada Türkler çocuklarının, kız erkek Cuma namazına gitme zorunluluğuyla ilgili kanunun İngilizlerce korunmasından duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. Ama dini ilimlerin yaygın bir şekilde öğretilmesi konusunda çektikleri sıkıntılardan şikayet ederler ve bu konuda acil adımlar atılmasını isterler. Cuma namazı kanunu 1960’a kadar da geçerlidir. Şimdi burada bir şey var; 1955-56 yıllarında Türk toplumu siyasi lideri Fazıl Küçük ile müftünün ilişkileri çok iyi durumda, bu dönemde din öğretimi için yetiştirilmek üzere Adana İmam Hatip Lisesine çok sayıda öğrenci gönderiliyor. Ancak kısa zaman sonra aralarında sıkıntı çıkınca bu uygulamaya son veriliyor. 1960 yılından itibaren ise Kıbrıs Türk Eğitim Sistemi tam anlamıyla Türkiye Milli Eğitim Sistemine bağlanıyor. Adada ortaya çıkan çatışmalı dönemde Türkiye artık her konuda karar verici konuma geliyor. Askerlerle birlikte öğretmenler de geliyor Türkiye’den. Aynı zamanda Kıbrıslı gençler Türkiye’de okutuluyor. Tabi Türkiye’de esen dönemin ruhu damgasını vuruyor bundan sonrasında Kıbrıs halkının dini, sosyal ve siyasi yaşamına. Türklük seküler boyutuyla ve en yüce değer olarak nakşediliyor yetişen gençliğin aklına. Din, İslam, kadim değerler falan önemsiz, gereksiz ve hatta uzak durulup karşı olunması gereken eski dünyanın uydurmaları gibi neredeyse. Bundan sonra Kıbrıs halkının bir iradesi, kararı ya da yönelimi olmuyor bu konularda.

Peki geçtiğimiz beş yıl içinde neler değişti Kıbrıs’ta? Hangi durumda buldunuz ve şu an nasıl? Hedeflerinize ulaşma oranı açısından soruyorum.

2010 yılı sonunda ben Kıbrıs’ta bu göreve geldiğimde camilerde Kur’an öğretimi yapmak yasaktı. Yani, şurada burada demiyorum camilerde. Şimdi ise çok şükür neredeyse her camide yaz kursları düzenleniyor ve evlatlarımız dinlerini öğrenebiliyorlar. Her yıl en az bin yavrumuz Kur’an okumayı öğreniyorlar. Geçmişte siyasi nedenlerle çok büyük ihmaller olmuş, bunları onarmaya çalışıyoruz. Sosyal projeler içinde yer alıyoruz, STK’larla işbirliği içindeyiz.

Türkiye’den önemli destek görüyoruz, ancak Kıbrıs özel bir yer ve özel programlar uygulayarak toplumu yeniden ihya etmemiz mümkün. Yani İslam artık önceki dönemlere oranla çok ileri derece Kıbrıs Türklerinin gündemindedir. Unutmadan bu dönemde bir İmam Hatip ve bir de İlahiyat Fakültesi açtık Kıbrıs’ta. Bu yıl inanılmaz talep geldi, ancak yarısını kayıt edebildik.

Sizin Kıbrıs Rum Kesimi dini liderliğiyle ve uluslararası toplum temsilcileriyle de çok iyi diyaloglar kurduğunuzu biliyorum. Sahi biz daha önceden böyle şeyleri pek duymazdık. İlk defa siz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını Rum kesimine geçirmişsiniz. Nasıl oluyor tüm bunlar?

Doğru biliyorsunuz. Tüm farklı kesimlerle ve dini inanç gruplarıyla güçlü bir diyaloğumuz var. Ancak biz dinler arası diyalog gibi bir amaç taşımıyoruz. Çünkü diyalog içersinde olduğumuz kesimlerle teoloji tartışmıyoruz. Sağlamaya çalıştığım şey, bir yerde ada barışına katkı sağlamak adına ön yargı cehenneminden kesimleri kurtarmaya yönelik.

İlk başta bizimle görüşme yapmaya yanaşmayan Başpiskopos, şimdi çeşitli dönemlerde Rum kesiminde bulunan kutsal yerlerimizi ziyaret konusunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dahi bölgelerine girmesine bizim vesilemizle izin verilmesini sağlıyor. 3 kez biner kişilik gruplar halinde Hala Sultan ziyareti yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.

Oradaki camilerimiz ve ziyaretgahlarımız son derece bakımsız bir haldeydi, bu ilişkiler sayesinde şimdi Hala Sultan ibadete açıldı.