Linç, dünyanın en korkunç ve en adi cezalandırma yöntemi. Adalet asla böylesi bir anlayışla sağlanamaz. Bu çirkin hareketin bir parçası olanlar da, bir süre sonra derin bir pişmanlık duyarlar. Yıllarca muhaliflerine göz açtırmayan, Trablus Zindanında binlerce siyasi tutukluyu bir gecede infaz ettiren Muammer Kaddafi’nin linç edilme görüntülerini hatırlayın. Vicdan sahibi hiç kimse böylesi bir sonu alkışlayamadı, herkesin kalbi bir parça yaralandı.

Türkiye’nin başkentinde, üstelik milyonlarca taraftarı olan bir siyasi lidere yapılan saldırı girişimi de, böyle yaraladı tüm vicdan sahiplerini. Bazıları yaralanmamış olabilir. Mesela Ahmet Türk’e yumruk atıldığında Yılmaz Özdil, “Yumruğunu adaletin tokmağı yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu” diyebilmişti. Tüm şöhretini Mustafa Kemal ismini istismar etmeye borçlu olan bir kişiden, vicdan muhasebesi yapmasını beklemiyoruz elbette.

Onlar bizim öğretmenimiz değil.

Savaş meydanında dahi, sırf düşmanı yüzüne tükürdüğü için “nefsimin adalet duyguma galebe çalmasından korkarım” diyerek düşmanını bağışlayan Hz. Ali bizim öğretmenimiz.

Bu yaşananlardan bütünüyle iktidara hakim olan dilin sorumlu olduğunu söyleyen muhalefet ne kadar haklı peki?

Cumhurbaşkanımız, “Türkiye’nin bekası vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği her türlü politik hesabın üstündedir. Dönem kızgın demiri soğutma günüdür” dediği gün, aylardır eylemlerine ara veren terör örgütü Hakkâri’de sınır birliğimize saldırıp dört vatan evladını şehit etti.

Söyler misiniz, PKK’nın seçimlerde doğu illerinde HDP’ye, Batı illerinde ise Cumhur İttifakı karşısındaki partilere destek olunması çağrısı yaptığı bir vasatta kızgın demir nasıl soğur?

CHP’nin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu “Kim şehit olmak istiyorsa gitsin olsun. Aptalca politikalar yüzünden ölen masum insanlara şehit diyerek ölümü kutsamayın” dediğinde Kılıçdaroğlu‘nun “Beni kimse şehit cenazelerine gitmekten alıkoyamaz. Onlar Türkiye’nin şehididir” sözleri buharlaşıp uçuyor, farkında değil misiniz?

Vatanı bölünmesin diye, 21 yaşındaki yavrusunu kara toprağa veren ana, CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze İlgezdi’yi “terörist” cenazelerinde gördüğünde ne hissetti acaba, hiç düşündünüz mü?

Provokasyon denilen sinsi ur, ancak uygun bir zemin bulursa harekete geçebilir. Eğer Aziz Nesin, Hz. Peygamber (sav) ve ehl-i beytine hakaretler eden Salman Rüşdi’nin paçavralarını tefrika etmeseydi, Sivas’ta kirli eller halkı galeyana getirebilir miydi? Çoğunluğu Alevi 33 yurttaşı böylesine korkunç bir şekilde öldürenler, iki gün sonra “intikam” diyerek Başbağlar’da 33 Sünni yurttaşımızı camide öldürebilir miydi?

Siyasete hakim olan “sivri” dil terk edilmeli, doğru. Fakat, iktidardan bunu talep eden muhalefet, kendi içinde sürekli toplumun “sinir uçlarıyla uğraşan, tahrik eden, hareketleriyle mezhepçi kışkırtmaya sebebiyet veren” vekillerine, sözcülerine ne zaman söz geçirecek?

Maraş’ın, Sivas’ın acısını yüreğimizde hissettiğimiz kadar, Başbağlar’ı da yüreğimizde kor bir alev gibi hissedersek “kızgın demiri soğuturuz.” Aksi halde biz acılarımızı yarıştırırken, düşmanlarımız boğazımızı sıkmaya devam edecek.