En son 1919’da sırtını sıvazlayıp, önümüze atmışlardı. Büyük Helen rüyaları Dumlupınar’da felakete dönüşüp, İzmir’de orduları yenik ekin yaprakları gibi savrulduğunda anlamıştı başına geleni ama iş işten geçmişti çoktan.
Yunanistan, devletimizin kolunu kanadını kırıp, bizi Anadolu’dan dışarı adım atamaz hale getirmek isteyen Batı’nın kucağında doğan ilk devletçiklerden birisi. 1829’da İngiltere, Rusya ve Fransa arasında imzalanan bir sözleşme ile kurulduğunda, başına bir Yunanlının getirilmesine Avrupa’nın kibirli kralları rıza göstermemişlerdi. Onun için Yunanistan’ın ilk kralı Bavyera (Almanya) Kralı I. Ludwig’in oğlu Prens Otto Joseph olmuştu.
YUNAN’A ALMAN-DANİMARKALI KRAL
“Megali İdea” çığırtkanlığıyla Kıbrıs’ta Türk’ün kanını döken, “Nea Hellas” hayaliyle tüm varlığını Türk’e düşmanlık üzerine kuran Yunanistan’ın ikinci kralı ise Glücksburg Hanedanı’ndan I. Georgios olmuştu. Danimarka-Almanya kökenli bu kralların, Yunan toplumuyla alakalarının olmaması bir sorun teşkil etmiyordu. Çünkü,Avrupalı efendiler için Yunanistan adını verdikleri bu toprak parçasında yaşayanların hiçbir kıymeti yoktu. Onlar Müslüman Türklerin Avrupa’dan sökülüp atılmasında birer “aparat” olmalıydılar, kendilerini idare edecek bir lider bile çok görülmüştü.
Şimdi, kendi silahını, insansız hava araçlarını üretebilen, yıllık 180 milyar dolarlık ihracatı ve pandemi döneminde dahi büyüyen ekonomisiyle Türkiye’yi durdurmaya gücü yetmeyenler yine kullanışlı aparatı devreye soktular. Çünkü, Karadeniz’de kendi sondaj gemileriyledoğalgaz keşfedip, Doğu Akdeniz’de tüm engellemelere rağmen çalışmalarını sürdüren Türkiye, tüm sermayesini sömürgeciliğe borçlu olan Batı’nın uykularını kaçırıyor.
İşsizlik oranı ve kişi başına düşen milli geliriyle Avrupa’nın en fakir ülkelerinden birisi olan Yunanistan, tıpkı kurulduğunda olduğu gibi bugün de “kendi iradesi” ile hareket etmiyor. Öyle olsaydı, halkının yüzlerce yıl boyunca vatandaşı olduğu ve bu süre içerisinde daima el üstünde tutulduğu Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirir; hatta Akdeniz ve Ege’deki zenginlikleri “adil bir şekilde” bölüşmenin yollarını arardı.
BATI’NIN GÖZÜNDE YUNAN’IN KIYMETİ YOK
Yunanlılar kendilerini Türkiye’nin önüne bir yem gibi atanlar için hala bir kıymet ifade etmiyorlar. Fransız gemileri, Yunan’ın kara kaşına değil; Fransız Total şirketinin çıkarlarını korumak için Akdeniz’e geldiler. Onlar, zenginlikleri alıp gitme hayali kurarken; tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi Yunanlıları Türk Ordusu’nun pençesinde ezilirken terk edecekler.
Avrupalıların tahrikiyle kör milliyetçiliğin kurbanı olan Yunanistan yönetimi, yine kendi milletini sefalete sürükleyecek hatalar yapmak yerine “Biz Türklerle asırlarca birlikte yaşadık, sorunlarımızı kendimiz çözeriz. Size laf düşmez” diyebilseydi, Türkiye’den sadece dostluk görür ve Ege’nin iki yakası da zenginleşirdi.
SIRP’A KOLTUĞU ÇOK GÖRENLER, YUNAN’A TABURE VERİR Mİ?
ABD Başkanı’nın karşısında adeta bir ilkokul çocuğu gibi sandalyeye oturtulup aşağılanan Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç, siyasi hayatına Radikal Sırp Partisi ile başlamış bir milliyetçiydi. Partisinin lideri Seselj, Müslümanlara ve Hırvatlara karşı katliam gerçekleştirdiği için UCM’de yargılanıp mahkûm olmuştu. Hakkında mahkemeye tam bin 367 delil sunulmuştu.
Vuciç şu anda bir başka partinin başkanlığını sürdürse de, Batılıların tahrikiyle Büyük Sırbistan hayaliyle çıktığı yolun sonunda, kendisine layık görülen yer işte bu “küçük sandalyedir”.
Büyük Helen rüyaları görenlerin akıbeti de, Avrupalı efendilerinin yanında eğer kirli bir mendil gibi atılmazlarsa, “küçük bir tabure”yi geçmeyecektir.