Keşke Kılıçdaroğlu yazdıklarımızdaki samimiyeti görebilse. O zaman kendisine, belki karşısından ama samimi olarak nasıl da hakikati haykırdığımızı görecektir.

Samimiyetimiz, durduğumuz yerden yeterince görülemeyeceği için şunu da ekleyeyim: Bu samimi eleştirileri şahsen, o daha iyi olsun diye değil, ülkemize bir ana muhalefet lideri olarak daha fazla katkı versin diye sürdürüyoruz. Fakat Kılıçdaroğlu da ne yazık ki bu tavrımızın “beyhude” bir tavır olduğunu bize hissettiren sayısız tutarsızlık sergiledi.    

Kılıçdaraoğlu’nun şunu iyi bilmesi gerekiyor; “Benim adım Kemal” diyerek verdiği güvencelerin bu manevra ortamında hiçbir kıymeti olamaz. Zira bu hal bana Vigilius Haufniensis’in; “Kendisini çağın güvencesi olarak gösteren kişi, böyle yapmakla güvenilir hale gelecek değildir, bu kendisine kefil olabileceğini de göstermez. ‘Bravo’ diye bağıran herkes kendisini ve hayranlığını kavramış sayılmaz.” minvalindeki sözlerini hatırlattı.

İnsanların her türlü sözü, kıymet bulmak için davranışlar tarafından desteklenmeye muhtaçtır. İşte bana göre Kılıçdaroğlu’nun en önemli handikabı budur. Bilgilerin içselleştirilemediği, derleme ya da ayaküstü bir iğretilik yansıttığı çok açıkça görülebiliyor. Bu da söz ile hareket arasındaki çelişkiyi meydana getiriyor. Eğer bu böyle olmasaydı bir siyasetçi kendine bu kadar kötülük eder miydi? “Manevra” ile kurtulduğunu sanıyorsa -ki öyle olduğunu düşünüyorum- bu en büyük yanılgısıdır. Zira görsel ve işitsel medyanın, her türlü açıklamayı yan yana getirerek çelişkilerini yansıtma gücüne sahip olduğu bir zeminde, bu çok daha vahim bir “zannetme”dir.

Sürekli olarak “hakikate zıt, kamu yararına aykırı” bu manevralar, CHP’yi çok daha marjinal ve katı bir zemine taşıyor. Yani burada gerçek tersine işliyor aslında; madde dünyasında. Orada çözüldükçe buharlaşma artarken, fikirsel arenada buharlaşma, katılaştıkça artar. 

Biz bu günlerde CHP adına işte bu türden bir “buharlaşma”yı yani oy kaybı ya da oy sabitlenmesini müşahede ediyoruz. On altı yıldır yerinde sayan bir CHP’yi daha da geriye götürecek olan bu yolda militan dil ve karakterler bir katalizör rolündeler.

CHP’nin Yenikapı manevrası en büyük manevralarındandı. Şimdi de Afrin manevrası gündemde. Önce ÖSO üzerinden harekâtı eleştirmeye çalıştılar. İtibarını sarsmaya ve dünya nezdinde Türkiye’yi “teröristlerle iş tutanlar” kategorisinde göstermeye kalkıştılar. Bunlar, bir siyasi parti için çok hazin manzaralar. Milli bir meselede hakikate zıt davranmak ve marjinal kesimlerin dilinden konuya yaklaşmak vahim bir hata idi.

Bu noktada bir ilerleme kaydedemeyince asıl niyetlerini, uzun bir evriltme sonrasında ikrar noktasına geldiler; “Türkiye’nin Afrin’de ne işi var”-mış diyerek.

Heyhat! Eğer bu aşamaya değin hâlâ bir lider ya da onun partisi tarafından bu konu kavranamadıysa o lidere de o partiye de geçmişler olsun…

Geçmişler olsun çünkü bu saatten sonra anlatması çok zor. Çok daha önceden bu konuların çalışılması gerekiyordu. Tehlike kapıyı çalınca, “ben bir İbn Haldun, Machiavelli okuyup geleyim de görün” diyecek değiller her halde. Yani “Atı alan Üsküdar’ı geçti” çoktan. Dersini önceden çalışanlar kararlı bir şekilde yollarına devam ediyorlar; hem de manevra kabiliyetlerini açıklamalarında değil, tanklarında ve bilumum teçhizatlarında sergileyerek.

Demek ki, “yenile yenile yenme”yi öğrenemiyor insan.

Üstelik hiçbir manevra da kâr etmiyor bu duruma, ne yazık ki…