Birinci Dünya Savaşı’nın ardından her yanı emperyalistlerce işgal edilen ya da işgalcilerin vesayetini kabul edilen işbirlikçilerin kısmi egemenliklerine terk edilen İslâm coğrafyası, özellikle 1924 yılında Hilafet’in ilgasından sonra derin bir ye’se kapılmıştı. Yüzlerce yıldır İslam milletinin siyasal liderliğini yapan Osmanlı Hilafet Devleti’nin ortadan kaldırılmış olması emperyalistlerin nazarında bir şekilde Abdülhamid’in İttihad-ı İslam Projesi’nin de çökertilmiş olduğu anlamına geliyordu.

Ne var ki, iyi yetişmiş ve donanımlı Osmanlı münevver, mütefekkir, ulema ve bürokratlarının o dönemin görece daha özgür ve istikrarlı olduğu düşünülen Mısır’da bir araya gelip 1928 yılında İslâmi önderliği yeniden tesis etmek üzere başlattıklarını ilan ettikleri İhvan-ı Müslimin Hareketi emperyalistlerin galibiyetinin mutlak olmadığını ortaya koyuyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nda İslâm milletinin kaybettiği her ne varsa geri almaya yönelik faaliyetlerine hız kesmeden devam eden Müslüman Kardeşler Hareketi, tüm İslâm coğrafyasında kolaylıkla kabul ve itibar gördü. Çünkü hareketin söylemleriyle ortaya koyduğu idealler ırkı, dili, bölgesi her ne kadar farklı olursa olsun Müslüman önder ve halkların yabancı olduğu şeyler değildi ve ana akım mutedil ve medeni İslâm’ı temsil etmekteydiler. Devletsiz, lidersiz ve sahipsiz kalmış Müslümanlar nezdinde İhvan-ı Müslimin, Osmanlı ve İttihad-ı İslâm çizgisini devam ettiren ve yeniden dirilişin kapılarını açacak bir umudun anahtarı olarak algılanıyordu.

Ne var ki, kendi çıkar, kazanım ve gelecekleri açısından bu devrimci ve özgürlükçü hareketin yol açabileceği tehlike ve tehditlerin farkına varan istilacılar ve çeyrek egemen yerli uşakları, işe ilk önce 1949 yılında bu hareketin lideri Hasan El-Benna’yı şehit ederek başladılar. Ve işte o gün bugündür İslâm medeniyetinin tarihsel birikim ve ortak aklını temsil etmesi nedeniyle tüm İslâm coğrafyasının en etkili akımı haline gelen bu hareketin lider ve mensuplarını daha çok öldürmeye doymadılar ve anlaşılan hiç doymayacaklar.

Evvelki gün Diriliş Postası yazıhanesinde bu bağlamda aldığımız iki dehşetli haberle sarsıldık. İhvan-ı Müslimin ekolünün Güney Asya kolu olan Cemaat-i İslami Bangladeş lideri Abdulkadir Molla’nın geçen yıl infaz edilmesinden sonra bu kez Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed Kamaruzzaman’ın uyduruk bir gerekçeyle 62 yaşında idam edildiği haberinin acılı şakınlığı henüz üzerimizdeyken aynı dakikalarda darbeci katil Sisi mahkemesinin İhvan-ı Müslimin lideri Muhammed Bedii ve 13 arkadaşı hakkında idam kararı verdiğini öğrendik. Fena öfkelendik; ama çok da şaşırmadık. İnsanlık, vicdan, adalet ve hukuk düşmanı katilleri bugüne kadar hiçbir şey durduramıyordu, bunu biliyorduk ve derin hüzünlerle yaşamaya çok zamandır neredeyse alışmıştık.

Öldürdükleri insanlar, dünyayı aynı kodlarla okuduğumuz, günlük yaşamlarında ve aile hayatlarında, eş dost ilişkilerinde siyasi faaliyetlerinde vs. bizlerin de öykündüğü bir sebatla hayrı ve sabrı tavsiye eden canlar. Müslümanların kardeşlik hukuku, özgürlük ve adalet diyerek yaşamlarını bu idealler doğrultusunda ortaya koyan ve barışı gözetip kollayan, bizlere en çok benzeyen insanlar onlar.

Mazlum kanı içmeye doymadılar ve doymayacaklar, çetin bir savaş bu. İfsad ettikleri yeryüzünün hayrına ve selametine, insanlığın erdem ve onuruna hizmet eden hiçbir özgürlükçü harekete en ufak bir tahammülleri bile yok. Hele bir de İslâmi referansları olan ve İttihad-ı İslâm idealiyle tüm şeytani düzenlerini yerle bir etme potansiyeli taşıyan akımlarsa bunlar, hemen kafaları ezilmeli.

Ellerinde imkân olsa inanın bizlere de yaşam alanı değil belki de hakkı bırakmayacaklar. Her gün kıydıkları bizim canımızdır, Suriye’de, Mısır’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Çin’de, Bengladeş’te. İlla ki Müslüman olması da gerekmiyor, mazlumlara kıyılan her yerde akan kan, bizim kanımızdır. Hüznümüz, öfkemiz, acımız, sabrımız, direnişimiz, kavgamız, kanımız, ruhumuz birbirine karışıyor, her gün ve her yeni bir güne her-ü merc uyanıyoruz.

Bu ülkede kurulan tezgâhlar, planlanan oyunlar da -özellikle İslâmi referansları olan ve İhvan-ı Müslimin’e sempatiyle bakan iktidara karşı- 1. Dünya Savaşı’nı resmen kazandığı halde, fiilen egemenliğin elinden çıkıyor olması nedeniyle mügallibenin başvurduğu alçakça yöntemlerden başka bir şey değildir ve zelil bir şekilde alınları yeri öpünceye kadar da asla durmayacaklar, masum kanına ve dünya malına doymayacaklardır.

Rabbim şehitlerimizi rahmetiyle kuşatsın…

Selam ve duayla…