Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün Şişli’de bir otelde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ev sahipliğinde düzenlenen ‘Kadına Yönelik Şiddetin Sonlandırılması’ konulu toplantıda kadın katılımcılara hitap etti.

Başbakan konuşmasında, “Kadına karşı şiddet konusunda şiddet sarmalının neden olduğu sessizlik, mağdur kadınların sessizliği, suskunluğu meselenin ciddiyetini yansıtan verilerin toplanmasını engelleyebiliyor. Aynı zamanda yetersiz veriler özellikle şiddeti önleme çalışmalarının odağının kaymasına neden olabiliyor” dedi.

Doğru söyledi. Konuşurken samimiydi ve inanmadığı, üzerine gitmeyeceği, çalışmayacağı şeyler söylemedi. Allah razı olsun.

Fakat ben Başbakan’ı dinlerken kahroldum. Kadın, kadın hakları, kadının yeri, kadının anlamı üzerine Türkçe konuşan benim Başbakan’ımın arkasında İngilizce “UNWOMEN” yazıyordu. (Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadınların Güçlendirilmesi Birimi’nin adı) 

Wo-men yani “erkeğin bir parçası” demek. Kadına müstakil bir isim vermeyen/veremeyen bir kültürden kadın hakkında nasihat almaya kalkmak ne büyük bir gaflet. 90 seneden fazladır uyanamadık bu gaflet halinden. Nasihat almaya kalktığımız, rehber ettiğimiz Batı, kadına “women” yani “erkeğin parçası” diyor, ben “kadın” diyorum. “Katun” kökünden gelen, zamanla “hatun” olmuş ve bugün kullanıldığı haliyle “kadın” kelimesi, bizim kadını koyduğumuz yerin, “women” diyenlerin bin yıl ilerisinde olduğunu gösteriyor. “Sultan” diyoruz biz kadınlara, “hayatın merkezi” diyoruz. Kadın haklarının Türkçe olarak konuşulduğu bir toplantıda ilk itiraz edilmesi gereken şey “women” kelimesi olmalıydı. Başbakanı sahneye çağırılanlar, organizasyonda payı olanlar biraz ince düşünselerdi, Davuotğlu konuşurken arkasında sadece İngilizce yazmazdı. Hani bizim iddiamız? Hani bizim mefkuremiz? Hani bizim dünyaya teklifimiz? Türkçe “kadın” kelimesi de yazmalıydı Başbakanın arkasında. Kürtçe “Jin” de yazmalıydı; çünkü Jin; hayat kaynağı demek. Arapça “nisa” kadın demek. Nisa kelimesi, savaşlarda arkada durması gereken, korunması geren, zarar görmesin diye tehlikelerde öne sürülmemesi gereken anlamında “nese” kökünden geliyor. Arapça nisa da yazmalıydı. Urduca, Farsça Hintçe, Japonca yani kadına bir ad vermiş bütün diller olmalı ve meydan okunmalıydık. “Kadın haklarını konuşmaya, kadının adından başlamalıyız” diye dünyaya bir medeniyet teklif etmeliydik.

Kadınlara karşı teorik olarak muhteşem bir medeniyet mirası üzerindeyiz; ancak ne yazık ki çok büyük hatalar yapıyoruz evet. Kadınlara karşı rezilliği aşmış vahşet noktasına muamelelere şahit oluyoruz. Nasihat almaya kalktığımız Batı çok mu iyi noktadaymış? Çare bulmamız gereken hastalıklarımız var evet; ama şifayı Londra’dan getirmeye kalktığımız sürece bırakın tedavi olmayı daha beter hasta olmaya devam edeceğiz.

Kadını nasıl tarif ediyorsunuz? Bütün mesele bu.

Reklamlarda, filmlerde, gazetelerin arka sayfalarında, fuarlarda dikkat çekmesi gereken, kendini beğendirmek zorunda olan, yaşlanınca, derisi ve saçları yıpranınca daha gençleriyle değiştirilen enstrümanlar mı yoksa hayat kaynağı sultanlar mı?

“Women” diyenlerin kadını koyduğu yer, kadına yapılan en büyük şiddettir ve bizim onlardan alacak hiçbir şeyimiz yok.