Kadın mayadır. Çiğ sütü, şifalı yoğurda ve peynire çeviren çiğ tanesinden yapılan en doğal maya gibidir kadın. Ontolojisine uygun ve doğallığını yitirmemişse, toplumun saf ve dönüştürücü mayasıdır o. Onun rengi, topluma inceden inceye kuşatan ve dönüştüren bir renklilik verir. Nasıl mı?
Çünkü, kadın üreten gerçek güçtür. Hukukçuları, mimarları, sanatkârları, doktorları, mühendisleri, şair ve edipleri, bütün fikir işçilerini doğurur. Anadır, anaçtır, doğurgandır… O, yine doğuracak olan, diğer aday anaları da doğurur. Medeniyet kurucuları onun rahminden neşet eder. Güçlü kasları olan işçi erkekleri doğurur. Yani kadın, inşa edicileri inşa eder. Kadın evinde kendi mayasını, aile ve toplum kültürüne çalar.
O, “ayaklarının altından cennet” ırmakları akan anadır. O, bütün anaların anası Havva’nın bütün özellikleriyle hemen yanı başımızda durur.
Her şeyden önce o insandır. Aynen erkekler gibi, zaaflarıyla, iyi ve kötü yanlarıyla insanî nâkısalar taşırlar. Bu sebeple, sadece kadın oldukları için kutsallık kazanmazlar. Ancak, onlar çok değerlidirler. Erkeğin yapı itibariyle hiç olamayacağı kadar ince ruhlu, kırılgan, nazik, nahif… Bütün güzel sanatlar ya doğrudan onların ellerinden ya da onların verdiği ilhamla ortaya çıkar…
Bedenlerinin zayıflığı ve nahifliği karşısında, onlara bahşedilen başka özellikler erkeğin önünde onu hiç de güçsüz bırakmaz.
Doğumda, erkeğin güç yetiremeyeceği bir acı eşiğinden sabırla geçerler. Doğum acısına dayanacak kadar güçlüyken; ölüm ve ayrılık acısını hiç unutmayacak kadar vefalı; ama hayret verecek kadar sabırlı.
Erkekten aldığı bir zerrecik tohumu, rahminde yaratılışın her safhasına aracılık ederek koskoca bir insana çevirir.
Kucağındaki bebeği göğüslerinden akan şefkatle büyütür. Bir ana olarak, kalesi gibi gördüğü evinin içinde çocuklarına, sütü ile birlikte ilk ince duyguları verir. Sevgi, saygı, edep, usul, erdem ve ilk estetik duygular o sütle birlikte küçük bedenlere girer.
Kadın sığınaktır, çocuklarının sığınağı… Yavrularını, kanatlarının altına anaç bir güvercin gibi toplar o. Kadın dağdağalı metropollerin vahşi iş ortamlarından yuvasına dönen erkeğinin de sığınağıdır. Kendisi çalışsın veya çalışmasın omzu ve bağrı, bir dalgakıran arkasındaki liman sükunetini verir.
Detaycıdır. Duygu dünyaları bir erkeğin iç dünyasıyla ölçülemeyecek kadar girift, karmaşık ve üretken… Sezgi yönüyle erkeğin erişemeyeceği kadar uzakta ve hemen her zaman birkaç adım ileride.
Erkek, çoğunlukla daha net, kaba hatlarıyla, detaysız ve tek hat üzerinde düşünür. Duygu dünyası kişiden kişiye değişmekle birlikte kadının duygu dünyası erkeğe göre daha derin ve karmaşıktır; iş duyguya geldiğinde ise “saçaklı”. Buna rağmen, bazen beklentileri, erkekleri şaşırtacak kadar basit ve sade.
Kadın, yuvasını sil baştan inşa edebilir, kurar, yapar, değiştirir ve evindeki bütün ilişkileri de nakış nakış örer. Merhameti, sevgiyi, aşkı, fedakârlığı ve sabrı, evinin içine veya bulunduğu ortama tohum ekme potansiyelini taşır… Tabii ki doğallığını ve içsesini yitirmiş bir kadın, bütün bunların zıtlarını da yapabilir.
Erkek, evin çekinilen, ancak daha az fonksiyonel olan, “olmazsa olmaz” figürüdür. Anne ise, evin her şeyidir. Zora düştüğünde, tek başına baba figürünün yerini doldurmayı bile başarabilir. Ama annenin yeri, çocuk için ikamesi kabil olmayan bir yerdir.
Kuşkusuz bu bahsettiğimiz kadın, ontolojik duruşunu inkâr etmeyen, doğallığını ve iç sesini koruyan “kadın gibi kadın”dır. Yoksa giyimiyle, tavrı, duruşu ve rolleriyle erkekleşmiş, estetik duygusunu yitirmiş kadından bahsetmiyoruz.
Modern zamanların kadını amazonlara çeviren mücadele kodlu zihinleri, bu iki cinsin birbiriyle sürekli kavgalı ve rekabet halinde olduğunu söylese de kadın ve erkek, aynı yapbozun birbirini tamamlayan iki eksik parçası gibidir. Daha klasik ifadeyle, tam ortasından kesilmiş bir elmanın simetrik ikizleridir. Veya aynı ceviz kabuğunun içindeki birbirinin kopyası iki parçalı ceviz içi gibi. Beraberken tam, tekken her zaman bir eksik.
İstediği kadar rol yeteneği olsun, ne kadın erkeğin yerini, ne de erkek kadının yerini doldurabilir. Zaten kadının erkeğe, erkeğin kadına benzemeye çalışması boş ve abes bir uğraştır. Bu çağın uniseks (tekcinsiyet) bir insan modeli oluşturmaya başlayan çevrelerin çalışmaları, insan doğasına hakarettir.
Küreselleşme çağının teşhirci et pazarlarının ucuz işçileri olmaya layık görülen, reklamından internet pornografisine kadar kadın, derisi ve eti dışında değerli görülmeyen en düşük varlığa çevrilmeye çalışıyor…
(Devam edeceğiz…)