Dünya ne kader kötü? Kötü, ne kadar iyi olabilir? Sistem hepimizi bir şeylere zorluyor zorlamasına da iyiliği hayata geçirmenin yöntemi kötülük mü olmalı?
Esasında net cevapları olan sorular. Fakat Hollywood sayesinde gündemimizden çıkmayacak şekilde yer etti, ediyor.
Kötülüğün estetize edilmesi ve anti kahraman kurgusunun son örneği olarak Joker filmi vizyona girdi. Çok tartışıldı. Venedik Film Festivali’nden büyük ödülü almasından beri her açıdan tenkit edildi. Beğeneni de beğenmeyeni de çok.
Joker’i en çok tartışılır kılan, bir Hollywood yapımı olmasına rağmen Venedik gibi bağımsız sinemanın kalelerinden biri olarak görünen festivalde büyük ödülü alabilmiş olması. Hakikaten de enteresan bir durum. Kurgusu, bakışı, akışı, matematiği, yorumu, duygusu bambaşka olan merkezler bunlar. Festival mantığını ve varlığını sorgulatan durum söz konusu.
Filmin hikâyesi malum…
Batman’in şehri Gotham’daki Joker’i tanıyoruz. Nasıl öyle kötü biri haline geldiğini seyrediyoruz. Toplum tarafından dışlanan başarısız bir komedyen olan Arthur, hayatta yapayalnızdır. Yaşamı boyunca sorunlu dönemler geçirmiştir. Annesi, babası, gerçekler, çalışma arkadaşları… Herkes Arthur’u hayattan ve iyilikten biraz daha uzaklaştırır. Zaten zihinsel ve psikolojik sorunları olan Arthur en sonunda şizofrenik bir halde kendine çıkış yolu bulur: Kötülük!
Filme bakarsanız buradaki kötülük (öldürmek, çalmak, zarar vermek) iyiliğe kapı açmaktır. V for Vendetta’da da şahit olduğumuz ‘sosyal patlama’ bu kötülükler ile gelir. Kitleler de peşinden sürüklenir.
Ve bu kadar… Sonrası çok da önemli değil. Joker’i bu hale getiren sebepler dairesine izleyici ikna olduktan sonrası mühim değil.
Peki, izleyici ikna oluyor mu?
Film, izleyiciyi ikna edecek seviyeye çok yaklaşıyor. Ama gişe izleyicisi için geçerli bu… Venedik’te jüriyi nasıl ikna ettiğini tam anlayamadım. Festival karakterini sorgulatıp ödül verdirtecek bir film yok ortada.
Özellikle başrol oyuncusu Joaquin Phoenix’in performansı Oscar ile sonuçlanacaktır. Şeksiz şüphesiz. Filmin müzikleri de çok başarılı. Özellikle dans sahnelerindeki özgün müzik üçün Hildur Guðnadóttir’ı tebrik etmek gerek. Kendisi HBO’nun Chernobyl dizisinin de müziklerine imza attı.
Filmde başarılı sinematografi ve atmosfer oluşumu dikkat çekiyor. Ancak senaryo fazlasıyla tanıdık. Sürpriz yok. Kıvraklık yok. Çok sefer didaktizme varıyor. Hal böyle olunca başyapıt olma sınırında dolaşan ama ulaşamayan bir film çıkıyor.
Dönelim esas meseleye… Beni ilgilendiren esas husus… Dünya ne kader kötü? Kötü, ne kadar iyi olabilir? Sistem hepimizi bir şeylere zorluyor zorlamasına da iyiliği hayata geçirmenin yöntemi kötülük mü olmalı?
Elbette hayır. Joker ve benzeri filmlerin motivasyonu ise tersi. Temel sıkıntımız bu. İzleyicinin yumuşak karnı da savunmasız. Buradan bakıp izlemek ve değerlendirmek gerekir.
Dünyada kötülük var ama iyiler olduğu için galip gelemeyecek… Ve dünyada iyiler var fakat kötülük olduğu için… Kim ne yaparsa yapsın iyiliği yaşatmak için çabalamalı. Yöntem de buna hizmet etmeli.