Sabah vapurda sekiz köşeli kasketiyle yanıma oturdu.

-Selamunaleyküm gardaş.

-Aleyküm selam.

Sağa sola bakındıktan sonra bir süre denizi seyretti. Benim elimdeki gazeteye çalıntı bakışlar fırlattı. İçinden dua etti, yüzünü sıvazladı. Cebinden tesbihini çıkardı. Göğüs hizasının üzerinde ritmik ve estetik salınımlarla çekmeye başladı. Ben ilk kez böyle bir tesbih ritüeli gördüm. Gazeteyi gençlik günlerimde olduğu gibi iki kanadını açarak göstere göstere okumaya devam ettim. Hatta okumasam bile, bu ritüeli gerçekleştirmeliydim. (İyi ki Diriliş Postası var. Yoksa hemen yaşlanacağım) Böylece ikimiz de karşılıklı hünerlerimizi sergilemiş olduk.

-Allah yardımcımız olsun ortalık kötü.

-Düzelir inşallah.

-Yok yok Erzurum eyi, ancak ilçeler karışıktır.

-Erzurum’u sormadım ama sanırım oralısın.

-Ben dedim, konuşmamdan anlamıştır zaten Erzurumlu olduğumu.

Gülümsedim. Hiçbir şey konuşmadık dedim içimden. Bir süre daha sessiz kaldık. Biraz sonra konuşmaya başladı. 14 yaşındaki kızını hastaneye getirmiş. Beyinden gelen bir hastalıkmış. Hastanede çok uğraşmışlar. “Kız bayıldı, kollarımda kaldı. Ne edeceğimi şaşırdım. Allah’tan bir doktora rasgeldik. Adam iyi biriymiş. Bizim için koşturdu. Yatırdık” dedi. Yamanlar’da bir hemşerisinde kalmış. Kızı bugün taburcu oluyormuş. Dönüş için yol parasında eksiği varmış. Utanmış hemşerisine söyleyememiş. Dedim ki:

-Sen inince benimle gel. Konak Kaymakamlığına gidelim. Kaymakamlıklarda sosyal yardımlaşma vakıfları var. Bu durumda olanlara yardımcı oluyorlar. Biletini alırlar.

-Sağ ol gardaş, devletin parası olmaz. Yetim hakkıdır. Bize ters gelir. Otobüsçülere söylerim elbet biri bizi götürür. Sonra ben Oltu’ya köye gider, getirir paralarını veririm.

Duyduğum cevap tokat gibi geldi. Bu nasıl bir inceliktir. Artık kalmadı sandığım adamlar , varlar ve Anadolu’da hala yaşıyorlar. Vapurdan inerken, “Üzerimde yok, şuradan biraz para çekeyim. Bölüşelim. Sen İzmir’e kızı kontrol için bir daha geldiğinde bana verirsin” dedim. Kabul etti. Benim çalıştığım yerin önündeki bankamatiğe doğru yürümeye başladık. Konak Meydanı’nda saat kulesinin altında bir kalabalık gördük. Kameramanlar falan da vardı. ,

-Hele bak, insanlar bir itin etrafında toplanmışlar. Ne edirler?

Dikkatli bakınca dediği gibi birkaç sokak köpeğini ortalarına alan hayvansever derneğinin basın açıklaması yaptığını gördüm. Basın açıklaması yapan kadın arada bir “Burası İzmir” diyordu. Bizimki gülerek söylendi:

-He yav, bura İzmir… İte bakiirler, adama bakmiirler.

Parayı adamcağıza uzatırken içimden; “Allah’ım ne büyüksün. Adamın işi için bir doktor vesile etmişsin. Sıkışmış beni de vesile ettin. Hüner o tesbih çekişte mi, çekerken ne söylediğinde mi, yoksa samimiyetinde mi? Bilmem ama darısı başıma” diye söylenirken sanki beni duymuş gibi konuştu:

-Ha bu itlere sahip çıkıp adam gönderen Allah’ım, bize de seni gönderdi işte. Ben beceremiyorum telefonunu aha buraya kaydet de geldiğimde seni bulayım. Allah seni de iyilerle karşılaştırsın.

Ve tipini, tuşunu, nereden kayıt yapıldığını bile unuttuğum yıllar önceden kalma cep telefonunu bana uzattı.