Bu zamanda yaşayan bütün gezegenliler İsrail’in insanlık düşmanı olduğunu bilir. Tarihsel ve bilimsel zeminlerde kesin olarak kanıtlanmış bu bilgiye göre İsrail diye bir devlet yoktur ve Siyonizm insanlık düşmanıdır.
“İsrail ile anlaşma yapılmalıdır”, “Lazımdır”, “Parayla ilgilidir”, “Gazla ilgilidir”, “Filistin’e nefes aldırmakla ilgilidir” vs. onlarca açıklaması yapılabilecek olan bu durum devlet idaresi meselesidir ve sivil Müslümanları ilgilendirmez. Müslüman siviller devlet görevlisi diplomatlara dönüştükçe giderek batıyoruz zaten. Diplomat değiliz, siviliz. Diplomatlara göre İsrail ile dengeli bir ilişki meselesi şahane, harika, muhteşem, çok zekice… olan açıklamalara göre gereklidir. Devlete göre! Ben devlet değilim ki. Bana ne!
Gezegende yaşan iyi insanların tamamına göre İsrail işgalci barbar bir katildir. Servet, faiz, sanat ve diplomasi dairelerinden gezegene yayılan Siyonizm insanlık tarihinin en habis kanseridir. İşine gelir ya da gelmez her insan bunu bilir. Feridun Sinirlioğlu’nun imzası ancak devlet anlaşmalarında geçerlidir. Vatandaştan aldığı oyla meşru olarak memleketi idare eden hükümetin görevlendirdiği meşru bir devlet adamı. İmzaları geçerli yani eyvallah ama evimizin içinde geçerliliği yok. O kararlar Dışişleri evrakları için geçerlidir ve en uzun mesafesi arşiv dairesidir.
Benim bu İsrail anlaşmasından çıkardığım sonuç; Türkiye’nin Müslüman halkının üzerine düşeni yapmamış olduğudur. İsrail konusunda yeteri kadar şuurlu değiliz. Biz kendimizi Filistin davasında yeteri kadar yetiştirmiş olsaydık, devlet o masaya oturmaya bile cesaret edemezdi. Ne imzası ne kararı… Ama çekineceği bir halk yok. Biz şuurlu olsaydık, devlet Türkiye’nin ayağa kalkacağını bilirdi ve buluşmak aklına bile gelmezdi.
Bir diğer mesele ise, İHH için “hain” diyen kim olduğu belirsiz akıl hastalarıyla, “Hani ne oldu anlaştınız İsrail’le” diyen Fethullahçı hainlerin aynı safta konuyu kirletmeleri. İHH’ya “hain” diyenlere sorsan Gazze neresi, Kudüs neresi bilmez madrabazlar. Filistin’i bir bütün olarak kabul etmeyi bile bilmeyen bu cahillerle, İsrail’i otorite kabul eden hainler, pis ayaklarıyla dünyanın en temiz mücadelesini kirletiyorlar. Ama bu rezillikte de hata yine bizim.
Diplomatların imzaları bir cetvel değildir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kanunlara göre belirlemeyiz. Devlet anlaşmaları iyi olanla kötü olanı belirleyen teraziler değildir. Devletlerin kararları sürekli değişir. Devletler uluslararası ilişkilerde çelişkili kararlar alabilirler ve bunu devamlı yapabilirler. Kimi sevip kimi sevmeyeceğimize devlete göre karar veremeyiz. Örneğin, Rusya ile olan derdimiz, Dışişleri’nin arasının nasıl olduğundan bağımsız en az 350 yıldır süre gelen bir derttir mesela. Ya da son olarak Suriye’de yaptıklarıdır.
Aynı durum İngiltere için de İsrail için de geçerlidir. Karar verirken, tavır sergilerken sabitemiz, referansımız diplomatların attığı imzalar olamaz. Devlet, Rusya’yla normalleşmiş bana ne! Suriye’yi, Çeçenistan’ı, Çerkesler’i, Kafkaslar’ı, Kars’ı, Erzurum’u unutacak mıyız şimdi? Devletler, “devlet çıkarı” denilen gerekli/gereksiz yolda yürür. Ama sivil bireylerin öyle bir yolu yoktur. İsrail’e olan bakış açımızı dışişleri belirlemez/belirleyemez.
Herkes kendi işine geldiği gibi gerçeği çarpıtıyor İsrail ile olan yaşanan bu süreci. Akdeniz ablukası devam edecek evet ama oraya çimento da girmeye başlayacak. Çıkıyor bir madrabaz diyor ki: “Biz orada şu binayı yaptık, bak işte çimento gidiyordu” On binlerce ev yıkılmış, adam İsrail’den satın aldığı çimentoyla yaptığı apartmanı gösteriyor. İsrail yıkmayı ve sonra inşaat malzemesi satmayı kendi kazanç kapısı olarak görüyor. Evleri yıkıyor sınırlı sayıda çimento ve inşaat malzemesi satıp para kazanıyor. Bu anlaşmadan sonra gelişen durum İsrail’in sattığı elli yüz torba çimento değil dostlar, Cuma günü yola çıkacak 10.000 ton gemi gibi nakliyatlar. Orada evlere ihtiyaç var, hastane yapmak lazım, okul yapmak lazım, idari binalar yapmak lazım kanalizasyon yapmak lazım. Madalyonun öbür yüzü de kritik ve önemli yani.
Biz son yıllarda İsrail davasını Erdoğan’ın sırtına yüklemeyi çok sevdik. Bu tembellik işimize geldi. Söylenecek her şeyi Erdoğan söyledi, yapılacak her şeyi Erdoğan yaptı. O kadar tembel, o kadar hantal bir hale geldik ki Erdoğan’ın İsrail ile mücadelesine iltifat etmekte bile üşenir hale geldik.
Öyleyse gerçek işimize dönme vakti. Devlet istediği imzayı atsın. Biz evlerde, camilerde, okullarda, toplantılarda, sokaklarda Siyonizm kanserini anlatacağız. Latin Amerika ülkeleriyle Anti-İsrail bilinciyle işbirliği yapacağız. Her fırsatta her zeminde yıllar boyunca, binlerce, on binlerce; İsrail’in ne tehlikeli ne sinsi ve nasıl lanetli bir düşman olduğunu anlatıp şuurlu nesiller yetiştireceğiz.
Öyle şuurlu bir nesil yetiştirmeliyiz ki on yıllar sonra bir hükümetimiz Roma’da bir toplantıya katılarak böyle bir imza daha atmaya niyetlenince ellerinin titremesi lazım. “Türkiye halkı şuurludur, bu imzayı atarsam benim de hükümetin de sonu hiç iyi olmaz” deyip kalemini gerisin geriye cebine sokması lazım.
İsrail’le normalleşmeye niyetlenen hükümetin uzun uzun izah etmesi lazımdı. Halkın gerçekleri İbranice gazetelerden okumaması lazımdı. Allah kalbimi biliyor tek güvencem her şeyin başında Erdoğan gibi bir liderin olmasıdır. Son tahlilde Erdoğan’ın, Filistin’e zarar vermeyeceğine eminin. Hatadan münezzeh değil elbette ama kalbi ortada emin bir lider olması şimdi susmak için yeterlidir. Ben Filistin hakkında ne biliyorsam Erdoğan on katını biliyor. Ben Filistin’i ne kadar seviyorsam Erdoğan on katı seviyor. Bundan emin olan biri olarak “Eyvallah” diyorum. Fakat burada bir sorun, büyük bir sorun var. Şimdi 9 aylık olan oğlum Muhammed Yasir’e Allahü Teâlâ yetişmiş bir Müslüman olmayı nasip eder de Erdoğan gibi bir lider nasip etmezse ne olacak? O zaman Muhammed Yasir’lere, Hatice’lere doğrusunu öğreteceğiz demek ki…
Hükümet hiç korkmadan o imzayı atıyorsa, kendinden korkulmayan her Müslüman o imzanın vebalini taşıyor demektir. Önemli olan; ne adına olursa olsun İsrail ile her yakınlaşmanın kirlenmek olduğunun farkında olmaktır. Zaman geçer, dünya değişir, şartlar değişir başka kararlar alınabilir. Ama herkes bilsin ki 2016 yılında Türkiye’de yaşayan her akıl baliğ Müslüman kirlidir artık. 1945 ile 1968 yılları arasında Fransa’yla normalleşme adına Cezayir soykırımına sessiz kalan büyüklerimizin kirli olduğu gibi. 1982 Anayasası’na evet diyenlerin kirli olduğu gibi. Menderes asılınca evinde rahat rahat oturanların kirli olduğu gibi; şimdi de biz kirlendik. Aynı eski kirli büyüklerimiz gibi bizim de onlarca mantıklı açıklamamız var.
Önemli olan İsrail ile normalleşmenin bir dert olarak durması. Bunu korumamız lazım. Bulaşan herkesin boğazında bir Siyonist düğümü olarak takılıp kalması önemli, bunu korumamız lazım. Asıl mesele gelecek nesillere İsrail’le normalleştik, ama İsrail normal bir şey değildir diye anlatabilmek. Bunu başarmamız lazım.
Şu notu gelecek nesillere iletmek lazım:
“İsrail’le normalleştik ama bunun normal bir şey olmadığının farkındayız. Kendine Müslüman diyen 57 ülkeydik o günlerde ama… Türkiye tek başına kalmıştı. Hz. İbrahim’den(as) miras Filistin, Kahraman Selahattin Eyyubi’nin şanlı zaferi Filistin Müslümanların iç politika malzemesi olmaktan öteye geçemedi. Ümmet Filistin konusunda bir araya gelemedi. Biz Filistinliler’in hayrına olduğunu düşündüğümüz bir takım kararlar aldık. İyilik yapmak için kötülük yapmak zorunda bırakan şeytanın hilelerinden Allah’a sığınıyoruz…”
Ezcümle: İsrail ile normalleşme normalleşirse zihnimiz istimlak edilmiş yani fertler müstemleke olmuş, sıra vatanın işgaline gelişmiş demektir. Allah bizi İsrail’le normalleşmenin şerrinden muhafaza buyursun…