İsrail’in Gazze’ye yönelik son saldırısı İsrail ordusunun kesinlikle sivil ve askerî hedef ayrımı yapmadığını tartışmasız bir biçimde ortaya koyuyor.
Medyaya yansıyan görüntüler, İsrail ordusunun uluslararası hukuka aykırı bir şekilde sivil ve askerî hedef ayrımı yapmadan hastaneleri, camileri, kiliseleri, sivil konutları, kurtarma ekiplerini, ambulansları, basın mensuplarını ve ailelerini kasıtlı olarak vurduğunu açık ve seçik bir şekilde tüm dünyaya gösteriyor.
Dün açıklanan rakamlara göre İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da 7 bin 326 Filistinliyi öldürmüş durumda. Ölenlerden yarısını bebekler ve çocuklar oluşturuyor. Geri kalan yarısının da önemli bir kısmı kadınlar, yaşlılar ve sivillerden oluşuyor.
Yapılan hesaplamalar 23 gün içerisinde İsrail’in Gazze’ye Hiroşima kentine atılan atom bombasına eş değer mühimmat attığını gösteriyor. İsrail’in öldürebildiği Hamas militanı sayısının, kullandığı güce oranla kayda değer olmadığını söyleyebiliriz. Yani İsrail’in uyguladığı mevcut savaş doktrini ile ilan ettiği Hamas’ı yok etme hedefine ulaşması imkânsız. Dolayısıyla bunca yıkımın amacının Gazze halkının kolektif olarak cezalandırılması olduğunu söyleyebiliriz.
Tarihi terör, katliamlar ve etnik temizlik üzerine kurulu bir garnizon sömürgeci devletin, ABD’den aldığı açık çekle tüm uluslararası hukuku, BM kararlarını ayaklar altına alarak sivil-askerî hedef ayırımı yapmadan savaş yürütmesi yeni bir olgu değil.
Buna rağmen her ordunun olduğu gibi İsrail ordusunun da sürekli güncellenen ve yaptıklarını sözde meşrulaştıran bir savaş doktrini var.
İsrail ordusunun Nahal Tugayında keskin nişancı olarak görev yapan ve daha sonra İsrail’deki barış hareketine katılarak bu konuda araştırmalar yapan Ron Zaidel Almanya’da yayınlanan Zeit gazetesinde, bugünkü sivil katliamını sözde meşrulaştıran ve sistemleştiren ‘Dahiya Doktrini’nin temelinin 2005 yılında atıldığını söylüyor. Bu tarihte Prof. Asa Kasher ve Tümgeneral Amos Yadlin tarafından yayınlanan “Terörle Mücadele Sırasında Askerî Ahlak: Bir İsrail Perspektifi” adlı çalışma Dahiya Doktrini’nin temelini oluşturuyor.
Bu çalışmaya göre İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü savaşta insanlar dört hiyerarşik kategoriye ayrılıyorlar. Bu hiyerarşi sırasıyla İsrailli siviller, İsrail askerleri, Filistinli siviller ve Filistinli militanlardan oluşmakta. Hiyerarşiye göre İsrail ordusunun, İsrailli siviller ve askerler zarar görmesin diye her türlü önlemi alması, bu önlemler Filistinli sivillerin zarar görmesini içerse de meşru olarak tanımlanmakta. Dolayısıyla bu doktrin İsrail ordusu mensuplarına; kendilerini korumak için silahlı olsun ya da olmasın, askerî olsun ya da olmasın her hedefi yok etme yetkisini veriyor.
Lübnan Savaşı sırasında ilk defa Beyrut’un Dahiya semtinde General Gadi Eizonkot tarafından uygulanan bu doktrin ile İsrail, Dahiya bölgesindeki neredeyse tüm sivil altyapıyı ve konutları yok etti. Eizenkot o dönem basına verdiği mülakatta “Dahiya bölgesinde uygulanan yıkım; İsrail’e yönelik saldırıların yapıldığı tüm köyler ve kasabalarda uygulanacak, orantısız olarak güç kullanıp mümkün olan en büyük tahribatı vereceğiz, çünkü bizim için bu kasabalar ve köyler tamamen askerî üslerdir” ifadelerini kullanmıştır.
Dolayısıyla İsrail ordusu bugün Hamas militanları ile girdiği savaşta tüm Gazze’yi askerî bir tesis ve meşru bir hedef olarak görmekte, uyguladığı insan hayatı hiyerarşisinden dolayı kendi sivilleri ve askerlerinden sonra üçüncü sırada gelen Filistinli sivillerin hayatını tamamen göz ardı etmektedir.