İslam coğrafyasında kanayan her yara gibi İsrail’in Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği katliamlar da yine “İslam ülkeleri nerede?” sorusunu gündeme getirdi.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) savaşın başlamasından günler sonra ancak toplanabildi.

Riyad’daki zirveden memnun olduğu anlaşılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cezayir ziyaretinden dönerken uçakta gazetecilere gündeme ilişkin yaptığı değerlendirmede, İslam dünyasında diriliş tohumunun Riyad’da toprağa düştüğünü söyleyerek “O tohum yeterince sulanmazsa boy veremez, büyüyemez. O can suyunu hep birlikte verecek ve Filistin’deki şehitlerimize ve ecdada karşı sorumluluğumuzu hep birlikte yerine getireceğiz” dediğini okuduk.

Erdoğan ayrıca Riyad Zirvesi’nde alınan kararların uygulanabilmesi için birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmenin, tek yumruk olmanın zorunluluğuna işaret ediyor.

İslam ülkelerinin birlikte hareket etmeleri hâlinde bugün Müslümanların yaşadığı sorunların birçoğunun çözüleceği ve İsrail’in Filistin halkına bu şekilde zulmedemeyeceği herkesin malumu.

Asıl sorulması gereken soru şu:

İslam ülkeleri birlikte hareket edebilirler mi?

Diğer bir ifadeyle; İslam ülkelerinin birlikte hareket etme ihtimali yoksa o hayale boşuna ümit bağlamak yerine başka seçenekler üzerinde durmak gerekiyor.

İslam ülkelerinin mevcut koşullarda birlikte hareket etmeleri neredeyse imkânsız.

Riyad Zirvesi’nde alınan kararlar genel anlamda olumlu olsa da uygulama konusunda birçok ülkenin aynı fikirde olmadığını biliyoruz.

Zirve sonrası yayınlanan bildirgede ABD ve İsrail’e “Gazze’de Hamas’ın işini bitirin” diyen ülkelerin de imzası var.

Sadece Filistin değil, birçok konuda birlikte hareket etmeyi imkânsız kılan görüş ayrılıkları olduğu inkâr edilemez bir gerçek.

İran’ın katliamcı ve mezhepçi Baas rejimini desteklediği Suriye krizi onlardan biri.

İslam ülkelerinin birlikte hareket ettikleri geçmişte de pek görülmüş bir şey değil.

Yavuz Sultan Selim, Müslümanların birliğini sağlayabilmek için önce Çaldıran’da Safevi fitnesini ortadan kaldırdı.

Ardından Mısır seferine çıkarak Memlûk Devleti’ni yıktı.

Kahire’ye girerek tüm Müslümanların halifesi oldu.

Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına Yavuz Sultan Selim’in bu stratejik hamlelerinden sonra ulaştı.

Bugün Türkiye’nin şu veya bu devlete savaş açması gerektiğini söylemiyorum.

Ancak Müslümanları tek ve çok güçlü bir devletin koruyabileceğine inanıyorum.

Mevcut gücüyle Riyad Zirvesi’nde birtakım olumlu kararların alınmasını sağlayan Türkiye’nin iyice güçlenmesi ve İslam ülkeleri üzerindeki ağırlığını daha çok hissettirmesi gerekiyor.

O gün gelip Türkiye bir adıma öncülük ettiğinde birçok İslam ülkesinin ve dünya Müslümanlarının kahir ekseriyetinin arkasında olduğunu görecektir.

Bugünkü koşullarda İslam ülkeleriyle birlikte hiçbir şey yapılamaz değil elbette.

Ancak neler yapılıp yapılamayacağı ve nereye kadar gidilebileceği iyi hesap edilmeli.

Bir yandan İslam ülkelerini birlik ve bütünlüğe teşvik etmeyi sürdürürken diğer yandan İslam ülkesi olsun ya da olmasın, ortak adımlar atılabilecek devletleri ve onlarla yapılabilecekleri belirleyerek hareket etmek en iyi seçenek olarak durmaktadır. Ankara’nın şu an yaptığı da tam olarak budur.

Maalesef tek vücut ve tek yürek bir İslam dünyası yok.