Evet, İslâm ve Kur’an bir bütündür. O’nun hepsi alınmalıdır. İnsan ya mü’mindir, ya değildir. Mü’min, Allah’ın gönderdiği yüce din İslâm’a topyekûn inanmalıdır. Başta da belirttiğimiz gibi; ibadet yapın ama hukuk işlerini karıştırmayın diyen insan küfre gider. İbadet bile yapsa, Allah katında kabul görmez. Şeriat dendiği zaman aklı yerinden fırlayacak gibi olan insanlarımız var. Belki bazen namaz kılıyor, oruç da tutuyor. Bazı işlerinde fetvalar da soruyor. Bu insan da şeriattan çekiniyor.

Tabii ki pek çokları da art niyetli olarak dil uzatıyorlar. Ama ben de Müslüman’ım, ben de Allah ‘a inanıyorum diyor. İnsanları da kandırıyorlar. Fakat cenazesi olunca İslâm’a göre defnetmek üzere camiye getirirken bir zamanlar, “Kahrolsun Şeriat” diye bağırabiliyordu. O halde lügate bakalım:

ŞERİAT: DİN, YOL, ALLAH’IN YOLU ANLAMLARINA GELİR

Namaz kılan insan, ibadet ve ahlâkıyla İslâm’a uyan insan, şeriatı yani dini tatbik etmektedir. Bu insan tesettüre uymalı, faiz ve zinâdan kaçmalı, ticaretini İslâm’a göre yapmalıdır. Dağdaki çobandan devlet başkanına kadar Müslümanım diyen her kişi, Allah’ın bütün emir ve yasaklarını kabullenmek ve tatbik etmekle yükümlüdür. Zira bir hükmü inkâr, insanı kâfir yapar:

– (Ya Muhammed!): “-Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başka hiç kimse inkâr etmez.” (2 Bakara 99)

Biz insanlar ne kadar gafil oluyoruz. Yukarıda geçen düşüncelere tabi olan bir insanı karşımıza alıp sorsak:

-Seni ve âlemleri en güzel ve uygun haliyle yaratan kimdir?

-Allah, diyecektir.

-Pekâla! Şu bedenine bir bak! Kalbini, mideni, ciğerlerini, elini, ayağını, gözünü bir incele… Hele, anlama ve konuşma gibi yeteneklerini bir düşün… Acaba “Allah’tan başka bunları yapabilecek, yaratabilecek var mıdır?”

-Haşa! Bu mümkün olur mu? O’ndan başka bu yüce güç ve kudrete kim sahip olabilir ki, diye cevap verecektir…

-O halde sen, bu kısır aklınla Allah’ın bazı emirlerini kabul ediyor, bazılarını niçin reddediyorsun? Yoksa Cenab-ı Hakk bazı şeylerde cahillik (!) mi etmiş?

-Ne yapıyorsun sen, böyle söz söylenir mi? deyince de;

-Bunca mahlûkatı, namütenahi eşsizlikte yaratan Allah, acaba, kullarına faydasız emirler gönderir mi ki de, sen; O’nun hükümlerini bir tarafta bırakarak, aciz ve eksik düşünceli yaratıkların dediklerini kabul ediyorsun? Bilesin ki, İslâm’ın bütün hükümleri taa kıyamete kadar, insanlığa daima ışık tutacaktır.

Cenab-ı Hakk’ın şu ayetleri insanın bu halini nasıl da ortaya koyuyor:

 “Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette “Allah” derler. O halde nasıl (Allah’a kulluktan) çevriliyorlar?” (43 Zuhruf 87)

Mü’minûn sûresinde ise şöyle buyrulur:

 “(Resûlüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? “Allah’a aittir” diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız? de.

Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş’ın Rabbi kimdir? diye sor. “(Bunlar da) Allah’ındır” diyecekler. Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız? de!”

Kâfir ve münâfık olanlar bu gerçeği itiraf etmelerine rağmen, O’nun hükmüne uyma hususu gündeme gelince hemen, yüzde yüz dönüş yaparlar. Artık bin türlü bahane hazırdır. Yeri gelince bir bir sıralarlar. Fakat bir gün bir musibete uğrayınca yine O’nun adını anarlar.

Ama bir gün öyle bir korkacaklar ki! Hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden asla bir fayda göremeyecekler. Zîra bütün mülkiyet ve idare O’na aittir. Yukarıdaki ayet-i kerîmelerin devamında şöyle buyrulur:

“Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? diye sor!

“(Bunların hepsi) Allah’ındır” diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de!” (23 Mü’minûn 84-89)

İşte bir âyet-i kerîme daha:

“Andolsun ki onlara, “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. O halde nasıl (Haktan) çevrilip döndürülüyorlar?” (29 Ankebût 61)

Müslüman olan insanın bunlardan kesinlikle şüphe etmemesi gerekir. Zira bu dîni gönderen kendisini yaratan Rabbidir.

Şüphesiz ki Rabbimiz, insanların yeryüzünde azgınlık ve taşkınlıkları artıp Kendisini unuttukları zaman, onlara bir Peygamber göndermiş ve Kendi hükümlerine uymalarını istemiştir. Her ümmete gönderilen bu peygamberler insanları Allah’ın yoluna davet etmişlerdir. Ama ne acıdır ki pek çokları bu peygamberleri yalanlamışlardır. Onların şeriatlerini inkâr etmişlerdir:

“Senden önce hiç bir Peygamber göndermedik ki, ona; “Benden başka ilâh yoktur; bu itibarla Bana ibadet edin,” diye vahyetmiş olmayalım.” (21 Enbiyâ 25)

EHL-İ KİTAB’A UYARI

Rabbimiz Kur’an’dan evvelki kitaplardan haber vererek, bizim de onları tasdik etmemizi emreder. Ama bizler o kitapların aslını kabul ettiğimiz halde, Yahudi ve Hristiyanlar Kur’an-ı Kerim’i inkâr ederler. Aslında bunu yapmamaları gerekir. İşte hepsinin kaynağının bir olduğuna dair delil:

“İçinde nur ve hidayet bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik… Biz Tevrat’ta onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (olmak üzere kısası) farz kıldık… Onların izleri üzere (gitmesi için arkadan) önceden gönderilmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak, Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da hem kendinden önceki Tevrat’ı tasdik etmesi, hem de Allah’tan korkanlara hidayet ve öğüt olması için, içinde hidayet ve nur bulunan İncil’i verdik.

(Ey Muhammed!) Sana da, kendinden evvelki kitabı tasdik edici ve ona şahit olmak üzere hak ile Kur’an’ı indirdik… “ (5 Mâide 44-48)

İşte hakîkatler bütün çıplaklığıyla ortada. Tevrat ve İncil’i gönderen Allah’a inanan insanlar, niçin Kur’an’ı gönderen aynı Allah’a iman etmiyorlar? Bugün tahrif olunmuş bulunan, yüzlerce kitap arasından seçilen bu kitaplarda nice uygunsuz sözler vardır. Acaba bunlara inanan Ehl-i Kitaba Rabbimiz Kıyamet gününde:

“-Niçin en son gönderdiğim Kur’an’a inanıp tabi olmadınız” diye soracak olsa, cevapları ne olur ki? Zaten soracaktır.

Görülüyor ki Kur’an, Allah’ın son ve yegâne kitabıdır. İnsanların hidayetine sebep olan bu kitap, ebedî alemin anahtarıdır.

Dünyamızı ve Ahiretimizi tertib eden bu yüce Kitap, Allah’ın (c.c.) mübarek sözlerini ihtiva eder. Dolayısıyle hiç kimsenin bu ayetleri inkâra hakkı yoktur. Ama maalesef;

“-Kâfirler, ölüm kendilerine gelinceye, yahud müstesnâ bir günün azabı gelip çatıncaya kadar Kur’an’dan şüphe içindedirler.” (22 Hacc 55)

Niceleri Kur’an çöl kanunu, çağımızı idare edemez diyerek iftira atarlar. Mü’minler uyanık ve ferasetli olmalı, kâfir ve münâfıkların oyunlarına gelmemelidir. Ya da geçici dünya menfaatlerinin cazibesine kapılarak, dininden asla taviz vermemelidir:

“-Ayetlerimizi yok pahasına değişmeyin ve yalnız Benden sakının!” (2 Bakara 41)

Çok acı bir gerçektir ki; Allah’tan başkalarından çekinerek, ya da O’ndan gayriyi isteyerek dinimizi basit meta’lar karşılığında satanlar var. Bu, nifakın, ya da büyük bir gafletin göstergesidir.

SONUÇ

Hâlbuki mü’min; Allah’ın sevgisini her şeyden aziz, O’nun korkusunu her şeyden üstün tutarak Allah’a gönül veren kişidir. O, canı pahasına da olsa inancının çizgisinden ayrılamaz. Müslümanların hak ve menfaatlerini gözetir.

Bütün bunlar gösteriyor ki; kendinden evvelki dinleri de tasdik ederek gönderilen İSLÂM, son ve en mükemmel dindir. O bir bütündür. Parçalara ayrılamaz. Bir kısmı alınıp, bir kısmı terkedilemez. Zira böyle yapmak, (haşa) Allah’ı küçümsemek ve O’nu inkâr demektir. Bu ise, farkında olarak ya da olmayarak kişiyi imanından eder.

İşte bunun içindir ki, inanan insanlar din konusunda kendi aklınca gitmemeli, mutlaka bilenlerden sormalıdır:

“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun!” (16 Nahl 43)

İslâm’ı yani Kur’an’ı bir bütün olarak kabul etmeyip, O’nu dilediği şekilde parçalayarak bölenlere, muhakkak ki Rabbimizin hesabı ve azabı vardır:

“-Kur’an’ı işlerine geldiği gibi bölenlere de, kendi kitaplarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayan yahudi ve hristiyanlara da Kitab indirmiştik. Rabbine andolsun ki hepsini, yaptıklarından sorumlu tutacağız.” (15 Hicr 90-93)

“-Allah’a karşı yalan uydurandan veya hak kendisine gelmişken onu yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennem’ de inkârcılar için bir durak yok mudur?” (29 Ankebût 68)

Mü’minler olarak hakîkatleri daha iyi kavramalı, Allah’ın yüce ve değişmez dini olan İSLÂM’dan asla taviz vermemeliyiz.

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! O’na emanet olalım!..