Bir hukukçu olarak göçün bugün sadece “Göç ve göçmen hukuku” bağlamında incelenmesinin yetersizliğine dikkat çekmek istiyorum. Bu sebeple, göçün tarih boyunca birçok devlet tarafından stratejik gerekçelerle nasıl yönlendirildiğine ve bugüne gelindiğine özellikle Rusya, ABD ve Çin gibi önemli örnekler üzerinden değerlendirilmesi faydalı olacaktır:
Ruslar 1552’de Tatarların başkenti Kazan’ı işgal ettiklerinde daha önce bütün bu bölgeyi yöneten kudretli Altınordu’nun (AltınOrda) bakiyesi olan Tatarları bir güç merkezi olmaktan çıkaracak şekilde dağıtmış; Kazan şehri enkaza dönmüş ve bu şehre Tatarların yerleşmeleri yasaklanmıştı. En büyüğü Katerina zamanında olmak üzere halkın defalarca katliamlarla Ortodoks olmaya zorlanması ve o günkü Rusya’nın sınırlarının dışına, mesela Kırım’a, Sibirya’ya kadar uzak bölgelere tehciri (göç ettirilmesi) yaşanıyordu. Bugün bile Tatar nüfusunun sadece dörtte biri Tataristan’da yaşamaktadır. Rus Çarlığı, boşalan yerlere Rus nüfusunu aktararak Rus devletinin bugün ulaştığı noktada kader noktası sayılabilecek kritik bir adım atıyordu.
1864 yılında Kuzey Kafkasya’yı işgal tamamlandığında bölgenin batısında Türkiye’nin beşte biri büyüklüğünde bir alanda tek bir yerli aile bırakmayarak Rus kayıtlarına göre 1,5 milyon insanı zorla topraklarından ediyordu. Ruslar işgal ettiği topraklara öncü kuvvetler olarak Ortodoks Rus Kazakları’nı (Kozaki) yerleştiriyor; yeterli güvenlik alanı oluşturduktan sonra diğerlerinin yerleşmesini sağlıyorlardı. Böylece bölgede kendisi için tehdit gördüğü unsurları yok ediyor; kontrolü sağlıyor ve Rusya’ya sadık bir “vatan” parçasına dönüştürüyordu.
Kuzeyde Tatarlar’ın hâkimiyetinde “zimmi” statüsünde yaşayan Ruslar, 1552 yılında üstünlüğü ele geçirdiklerinde, Kafkasya’ya kadar olan bütün bölgede kılıç zoruyla Tatarları din değiştirmeye zorlamış ve Rus kaynaklarının da anlattığı büyük katliamları ve sürgünleri yaşatmıştı. Kuzey Kafkasya işgallerin değilse 200 yıl direnen halkın daha fazla direnecek gücü kalmadığında Kuzeybatı Kafkasya’nın tamamı 1864 yılında boşaltılmış ve yerlerine Rus kolonileri yerleştirilmişti.
Çarlık Rusya’sı, bu gelişmelerin ardından göçler üzerinden kendi politik çıkarlarını ve güvenliğini koruyacak tedbirleri almaya devam etti. Anadolu’daki Ermenileri silahlandırarak onları devlet kurabileceklerine ikna etmiş ve o zamanki Revan Hanlığı topraklarında bugünkü Ermenistan’ı oluşturacak nüfusu Anadolu’dan toplamıştı. O dönemin Rusların tarihi ve ırkçı Hınçak-Taşnak Partisi’nin silahlı müdahaleleri tarih boyunca yan yanına ve huzur içinde yaşayan ve “sadık millet” olarak adlandırılan Ermenilerin birkaç defa yer değiştirmesine yol açacak olaylar zincirini başlattı.
Yani 1864’te Kuzey Kafkasya’yı tamamen boşaltmaya çalışan Rusya bu defa da başka bir nüfus hareketi ile Ermenileri Doğu Anadolu’dan yeni oluşturulan Ermenistan’a taşımaktaydı. Osmanlı Devleti, Türklere karşı kışkırtılmış olan Ermenilerin katliam yaşamaması için Suriye’ye devlet kontrolü altında trenlerle gönderilmesine çalışmaktaydı. Bu arada karşılıklı olarak yaşanan ölümlerin sayısını net olarak bilmiyoruz.
Ruslar göç ve toprakların insansızlaştırılmasına güvenlik gerekçeleriyle yine devam etti. 1944 yılında denediği diğer bir toplu tehcir yani göçe zorlama ise Çeçen, İnguş, Karaçay-Balkar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri’ne uygulanıyor ve geride tek bir aile kalmayacak şekilde Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmesi trajedisi toplu cezalandırmayla bu halklara yaşatılıyordu.
Bu sürgünler, Türkiye’ye en yakın duran halkların yerlerinden edilmesi ve yerlerine Rusya’ya sadık unsurların yerleştirilmesiyle Rusya’nın kendine göre oluşturduğu “etnik temizleme” olarak tarihte yerini aldı. Çarlık Rusya’sının Balkanlar’daki kopyası olarak hareket eden Sırplar ve Bulgarlar da 1983 ve 1992 yıllarında aynı politikayı Türk ve Boşnaklar’a, sonraki yıllarda da Arnavutlar’a uygulamaya kalkışıyorlardı.
Amerika Kıtasındaki gelişmeleri de ayrıca incelemek gerekir:
Kuzey Amerika’nın 1492’de Avrupalılar tarafından fark edilmesi sonrasında, Avrupa’dan gemilerle akın akın yeni kıtaya giden göçmenler yeni koloniler kurarak yeni hayat alanlarını oluştururken devlet tarafından (öncelikle İngiltere ve Fransa) tarafından askeri garnizonlar aracılığıyla yerleşimcilerin güvenlikleri sağlanıyordu. Avrupalı göçmenler geniş topraklar üzerinde hayvancılıktan başlayarak toplumun ihtiyaç duyduğu meslek kesimlerine yayılarak sosyo-ekonomik yeterliliği olan küçük koloni adacıkları oluşturuyorlardı. Yaklaşık 150 yıl içerisinde Amerikan devletinin ilk nüvesi de zamanla oluşmaya başlamıştı.
Yerli halk ise bu büyük işgalle birlikte gün geçtikçe daha Kuzeye veya yaşanamayacak kırsal alanlara çekiliyor ve sosyo-ekonomik ve kültürel bir çöküşü yaşıyordu. Bugün 1,5 milyon kadar olan yerli nüfusun yaşadıkları rezervasyon alanlarında veya şehirlerde herhangi bir anlamlı varlık oluşturamayacak durumda kaldıklarını söylemek gerekir.
Rusya ve ABD ile birlikte bugünün büyük küresel aktörlerinden olan diğer bir örnek olarak Çin’de bu yönde yaşananlara kısaca bakmakta fayda var: Geçen yüzyılda Çin, Tibeti, Mançurya’yı ve Doğu Türkistan’ı işgal ettiğinde bu bölgelerde hâkimiyeti sağlamak amacıyla kendisine sadık Çinli toplulukları bu bölgelere yerleştirmeye başladı. Türkiye’nin yaklaşık 3 katı büyüklüğündeki Doğu Türkistan’da bugün Çinli nüfusu, yerli halk olan Uygur ve Kazak nüfusunu geçmiş durumdadır ve göç Çin hükümeti kontrolünde bugün de bütün hızıyla devam etmektedir.
Görüleceği gibi, Rus, Çin ve ABD’nin kuruluşu ve ilerleyişi büyük göç hareketleriyle ilgilidir. Uzman ve meraklılarca İngiliz ve Fransız tarihlerinin de göç ve göçmen politikaları açısından ayrıca incelenmesi gerekir.
Gelecek yazımızda Balkanlar ve Anadolu’nun oluşumunda göç hareketlerinin anlamı ve sonuçları üzerinde devam edeceğiz…