Evet doğru okudunuz… Çağımızda artık insanlar zamanın önemli bir kısmını ve bunun gereği olan fizyolojik bir aktiviteyi kaybetmiş durumda; geceyi ve bunun gereği olan uyku sanatını, yani uyuyabilmeyi…
Çevrenize şöyle bir baktığınızda bunu çok iyi anlayacaksınız veya bizzat kendi hayatınıza…
Shakespeare, “Hayat şöleninde en önemli parça uykudur” demiş ve gerçekten doğru söylemiş. Eğer uykunuz tam ve yerindeyse hayat size bir şölendir, aksi takdirde tam bir yorgunluk ve külfet gibi algılarsınız her yaptığınızı.
Yeterli uyumazsanız enerjiniz sürekli düşüktür, kendinizi sürekli aç hissedersiniz, sürekli bir şeyler yeme isteği duyarsınız, özellikle de karbonhidrat türlerini, yani hamur işi ve tatlı türlerini. Hareket etmeye istekli olmazsınız, günlük işleriniz gözünüzde öyle büyür ki, bazen çoğu kısmını iptal edersiniz veya gereksiz diye düşünüp yapmaktan vazgeçersiniz. Moraliniz ya bozuktur ya da bozulmaya hazırdır çoğu zaman, yüz ifadeniz neşesizdir ve akşam saatlerine doğru göz kapaklarınız kapanmaya çalışırken, siz onları açık tutmakta oldukça fazla güç sarfedersiniz. Performansınız ve dikkat düzeyiniz düşüktür. İşleri ve çalışmalarınızı daha uzun sürede ve kendinizi zorlayarak tamamlarsınız.
Kısaca, hayat bir yük gibi gelir uykusunu tam ve kaliteli uyumayanlara.
Uyumak, uyuyabilmek insanların kaybettiği bir sanat günümüzde… Batı dünyasındaki endüstri devriminden (1720-1840) sonra elektriğin ve aydınlatmanın insan hayatına girmesiyle, insanlık yavaş yavaş geceyi ve bunun gereği olan uykuyu kaybetti. Çünkü artık sokakları donatan ve evleri aydınlatan ışıklar ve lambalar, geceyi ortadan kaldırmıştı ve insanlar gün batımından sonra da istedikleri kadar uyanık kalabiliyorlardı.
Işık ve elektrikle aydınlatma insan hayatına girmeden önce insanlar, her gece iki defa (bifazik) uyuyorlardı. Bunu, Avrupa’da geçmiş zamanlardaki gece kavramı ve uyku hakkındaki araştırmalarıyla ilk defa tarihçi Prof. Roger Ekirch “At Day’s Close” isimli eserinde yazmıştır.
Suni aydınlatmaların henüz olmadığı zamanlarda insanlar, gün batımından belli bir süre sonra uykuya yatıyorlar ve 4-5 saatlik bir uyku uyuyorlardı. Bu ilk uykudan sonra, gece yarısı uyanıp, birkaç saatlik uyanık zaman geçirdikten sonra tekrar “ikinci uykuya” yatıyorlardı. İkinci uyku, güneş doğana kadar sürüyordu. Gece yarısı uyanık geçen saatlerde, sakin ve sessiz, yıldızlarla dolu gökyüzünü seyrediyorlar veya herhangi bir şeyle ( dua, okuma, yazma, komşu ziyareti, aile sohbet, başka fizyolojik ihtiyaçlar vb. ile) meşgul oluyorlardı.
Toplumun uyku sistemi bu şekildeydi. Günümüz insanlarının aksine, uykusuzluk ve uyku yoksunluğu çekmiyorlardı. Gün ışığının mevsimsel değişimlerine göre, tam anlamıyla gece ve gündüzü yaşıyorlardı.
Suni aydınlatmanın insan hayatına girdiği dönem sonrasında, bu iki parçalı doğal uyku düzeninin toplumların hayatından silinmesi ve tek parçalı uykuya doğru bozulması yaklaşık 200 yıl sürdü. Ve artık 1900’lü yıllarda, uyku düzeni tamamen tek parça uykuya dönüştü.
Bugün de uykuyla ilgili yapılan araştırmalarda, uykunun hem beyin hem de vücudun bütünü için ne derece önemli olduğu tekrar tekrar ortaya çıkmaktadır. Ancak insanoğlu, hızla akan bu teknoloji ve elektronik çağında, fizyolojik ihtiyacı olan uykuyu önemsemeden, ne kadar az uyuduğuyla neredeyse övünür halde iken, başta obezite, diyabet, kalp-damar hastalıkları, diğer kronik hastalıklar ve kanserlerin azalması maalesef pek mümkün görünmüyor.
Bir dahaki yazımızda uyku sanatının inceliklerinden bahsetmek üzere…
Yazarın web adresi: www.emineakin.com