Öncelikle şunu belirtmekte yarar var ki burada bahsi geçen dede, bugün yani günümüzde gençlik veya çocukluk döneminde olan kişiyi ifade ediyor. Torun ise, henüz dünyaya gelmedi! Zaten dünyaya gelse iş işten geçmiş olacak… Torun henüz dünyaya gelmediyse, hâlâ şansınız var demektir bazı şeyleri düzeltmek için… Bu da iyi haber inanın!
Bağırsaklarınızdaki bakteri çeşitliliği hakkında bilmeniz gereken ilk bilgi, çeşitlilik ne kadar fazlaysa o derece daha sağlıklı olacağınızdır. Doğumdan sonraki 3 günden 2 yaşına kadar olan sürede mikroflorada yavaş yavaş değişim olur. 4-5 yaşlarında ise artık yetişkin mikroflorasına benzemeye başlamıştır. Ergenlik dönemindeki değişimi takiben daha ileri yaşlarda yani 60 ve üzeri yaş döneminde de bir değişim görülür.
Bütün bu değişimlere baktığımızda, beslenmenin mikrofloranın sağlıklı oluşması ve şekillenmesinde çok etkin ve önemli bir faktör olduğunu görmekteyiz. Yapılan araştırmalar, özellikle anne sütü alan ve sonrasında da sağlıklı ve doğal besinlerle beslenme yolu izlenen çocuklarda bağırsak mikroflorasının çok sağlıklı geliştiğini göstermektedir.
Mikroflora konusu çok derin ve geniş bir konu olduğu için, her geçen gün yeni bir araştırma sonucu bize yeni bilgiler veriyor. Beslenmede lif içeriğinin yüksek olması, yani sebze-meyve ve bitkisel proteinden, bakliyattan zengin beslenme bağırsak mikroflorasını sağlıklı ve dengede tutmak için oldukça önemlidir. Dolayısıyla çocukluktan itibaren bu şekilde dikkatli beslenme, kişiyi zaten birçok hastalığa karşı da koruyacaktır. Çünkü mikrofloradaki dengesizlik ve çeşitlilikteki azalma, başta Tip I ve Tip II diyabet olmak üzere, birçok iltihabi bağırsak hastalığını, otizm, alerji, hipertansiyon, ateroskleroz (damar sertliği) ve kanser gibi birçok ciddi hastalıkla yakından bağlantılıdır.
Kaliforniya Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, bu mikrofloranın nesillere nasıl aktarıldığı hakkında bize önemli sonuçlar veriyor. Buna göre, sebze- meyveden ve lif içeren diğer gıdalardan fakir olan bir beslenme şekliyle, bağırsaklardaki mikroflora çeşitliliği ve zenginliği azalmaktadır. Bu değişim, birinci nesilde büyük oranda geriye dönebilen bir değişimdir. Yani lifli beslenme içeriğini tekrar düzenlediğinizde, mikroflora tekrar sağlıklı hale gelebilmektedir. Ancak düşük lif içerikli beslenmenin iki nesil boyunca devam etmesiyle, artık yeni nesilde mikrofloradaki azalmanın sabitlendiği görülmektedir. Bu yeni nesillerde lifli besin oranını ne kadar arttırsanız da, artık mikroflorada çeşitlenme ve normale dönme mümkün olmamaktadır. Özetle, siz kötü beslendiyseniz bunun etkileri çocuğunuzda görülecektir. Ancak çocuğunuzun beslenmesinde yapılan iyileştirmeler, mikroflorayı tekrar düzeltebilir. Fakat çocuğunuz da aynı şekilde kötü beslenmeye devam ederse, bunun etkileri torununuzda artık kalıcı hale gelir. Torununuzun beslenmesi ne kadar düzeltilse de bağırsak mikroflorasındaki bozulmalar önceki sağlıklı hale dönemez.
Beslenmede bulunması gereken lif oranı günlük 25-38 gr olarak tavsiye edilirken, aslında bunun da çok az olduğunu görmekteyiz. Günümüzde toplumlarda günlük alınan lif oranı en fazla 13 gr. kadardır. Obezite, diyabet, insülin direnci vb. ciddi hastalıklar tüm dünyayı sarmadan önceki yıllarda ise günlük olarak en az 150 gr. lif alındığı bilinmektedir. Ancak bu miktarı tekrar uygulamaya koyarsak, bu hastalıklar için önleyici ve koruyucu tedbir almış oluruz.
Bugünün çocuk ve gençleri geleceğin dedesi veya büyükannesi olduğuna göre, hem kendi neslimiz için hem de ülkemizin daha sağlıklı ve güçlü bir toplum olması için beslenmeye çok büyük bir hassasiyet göstermemiz gerekmektedir. Bunun da hem resmi kurumların ve hem de sivil toplum kuruluşlarının eliyle yapılması önemlidir.
Kısaca, yarının dedeleri ve büyükanneleri olan çocuklarınızın ve onların daha dünyaya gelmemiş torunlarının sağlığı şu an sizin ellerinizde… Çok dikkatli olun!
Yazarın web adresi: www.emineakin.com