Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), 20/4/2016 tarih ve 29690 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6701 Sayılı Kanun çerçevesinde faaliyetlerini yürüten bir kurumdur (1). 2/7/2018 tarihli KHK/703/149 md. ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki yerini alan TİHEK, idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir kurum olarak resen inceleme ve yaptırım yetkisine sahiptir.

Misyonunu “insan haklarını korumak ve geliştirmek, Ulusal Önleme Mekanizması görevini yerine getirmek ve ayrımcılıkla mücadele etmek” şeklinde belirleyen kurum, 1. Madde’de belirtildiği üzere; “insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek ve bu konuda ulusal önleme mekanizması görevini yerine getirmek” amacını gütmektedir.

İnsan haklarını korumak ve geliştirmek

TİHEK’in 6-7 Aralık 2018 tarihinde İstanbul’da Cevahir Kongre Merkezi’nde düzenlemiş olduğu “İnsan Haklarını Yeniden Düşünmek” temalı uluslararası sempozyuma Filistin’den Malezya’ya, Togo’dan Cezayir’e, Maldivler’den Bangladeş’e, İngiltere’den Avustralya’ya kadar 3 kıtadan 16 ülkenin insan hakları uzmanları, üst düzey yetkililer ve akademisyenler bir araya geldi (2). Kurumun daha önceki insan hakları sempozyumlarında da önemli konuların ele alındığını hatırlatarak (3) çoğunlukla İslam dünyasından gelen uzmanların insan haklarını yeniden düşünmeye çağıran tebliğlerinden –canlı yayın esnasında ve sonradan izleyebildiğim ve not alabildiğim kadarıyla- bazı vurguları sizlere aktarmakta yarar görüyorum.

İnsan hakları konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışması ödül töreninin de gerçekleştirildiği sempozyumda ilk protokol konuşmasını yapan TİHEK Başkanı Av. Süleyman Arslan, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 7. Maddesi’ni hatırlatarak aşağıdaki hususları vurguladı:

Tüm üyeleriyle birlikte aileyi korumak ve güçlendirmek

“Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkını haizdir. Herkesin işbu Beyanname’ye aykırı her türlü ayırt edici muameleye karşı ve böyle bir ayır edici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.”

“İnsan haklarını geliştirilmek adına bu ilkeyi çok değerli buluyorum. Zira bu husus Evrensel Beyanname’nin donuk bir beyanname olmadığını, kadim medeniyet değerlerimizle zenginleştirilmeye açık olduğunu göstermektedir.

Evrensel Beyanname’nin 16. Maddesinin 3. Fıkrası, ailenin cemiyetin temel ve tabii unsuru olduğunu, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haiz olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir. Ailenin korunması, ihmal edilen önemli bir insan hakları konusudur. Bu sadece bireyin değil aynı zamanda hem devletin hem de cemiyetin sorumluluğundadır.

Anne ve baba hakkı evrensel birer insan hakkıdır. Bu hakları devletimizin koruyup desteklemesi gerekmektedir. Yine bu haklar bütün dünyada özel bir korumaya kavuşturulmalıdır. Anne ve babalık özendirilmeli; anne, baba, eş, çocuk, genç ve yaşlıların karşılıklı hak ve sorumlulukları üzerine yoğunlaşmalı, bu yönde eğitimlere ağırlık verilmeli, buradan hareketle aile korunup geliştirilmelidir. Çocuk haklarının yanında dede, nine ve torun hakları tekrar gündemimizde yer almalıdır.” (4/ dk. 41:27-44:21).

İlk oturumun ilk konuşmacısı Prof. Dr. Berdal Aral, “Bir Zorunluluk İlişkisi Olarak Kurgulanan İnsan Hakları ve Sekülerizm İlişkisine Farklı Bir Bakış” başlıklı tebliğinde ve sorulara verdiği cevaplarda özetle aşağıdaki hususlara değindi:

Amacın adalet, barış ve huzur olduğunu unutmamak

“Farklı din ve kültür mensupları katkı yaparsa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (İHEB) evrensel olur ve daha kolay içselleştirilebilir. (4/ dk. 2.12.12-2.27.20).

İnsan hakları; adalet, barış, huzur vb. amaçlar için araçtır. Sadece haklar ve özgürlüklerden bahsedemeyiz. İHEB yanında İnsan Sorumlulukları Evrensel Beyannamesi de yayınlamalıyız.

İslam dünyası ülkeleri kendilerini ciddiye almalıdır… Ortak insan hakları birikimini yok sayamayız. Belgeleri anlayıp değerlerimizle çatışmayan maddeleri uygulamalıyız. Biz kendimiz belgeler yayınlamaya başlarsak bizi ciddiye alırlar. Ağlayan çocuk gibiyiz. ‘Bizde her şey var’ demekle olmuyor, göstermek lazım.

1982 tarihli İslam İnsan Hakları Deklarasyonu’nda hak ihlalleri var, devlete aşırı yetki veriyor. Ben bir Batılı olsam şunu derim: ‘Siz siyasi değişimi engellemek istiyorsunuz.’ Şeffaf olursak, teftişe açık olursak muhatap alınırız. Onların belgelerini reddetmek yetmez, onları anlamak, değiştirmeye ve aşmaya çalışmaktır. ‘Biz bu oyunu oynamıyoruz’ dediğinizde yapayalnız kalabiliyorsunuz.” (4/ dk. 3.22.10-3.27.10).

İlk oturumun Moderatörlüğünü yürüten Prof.Dr. Refik Korkusuz, devlete karşı istenen hakların tahakkuk edebilmesi için devlet güçlü olması gerektiğine, aksi halde devletin sosyal hakları karşılayabileceğine dikkat çektiği açıklamasında boşanma oranlarının hızla yükselmesi problemine dikkat çekti:

“Yılda yaklaşık 140 bin boşanma var. Bu 6284’ten kaynaklanmıyor, bununla ilgili olan, erkeği evden uzaklaştırma vakası bini geçmez. İnternette dolaşan bilgilerin %99’u yanlış. Aile çözülüyor… Balinalar için bir araya gelen dünya, Azerbaycan’da %20’yi bulan kaçkınları, Suriyelileri hiç hesaba katmıyor…

Batılılar da Müslümanlar da çifte standarttan uzak durmalıdır. Başkalarına karşı da adil olabilmeliyiz…” (4/ dk. 3.27.14-3.30.30).

Sempozyumun ikinci gününde son oturumda “İnsan Haklarının Değerlerle ilişkisi ve İslam Hukuku Metodolojisine (Fıkıh Usulü) Taşınma İmkânı” başlıklı tebliğini sunan Doç. Dr. Mehmet Birsin şu hususlara dikkat çekti:

“Merkeze insanı ve hakkı koyduğumuz ‘insan hakları’ kavramında hak; bir maslahata ilişkin yetkilendirilmiş talebi ifade etmektedir. Bu da içinde üç hususu taşır: Yetki, maslahat ve hukuki himaye…

Aydınlanma düşüncesi, insan haklarının kaynağını kesip gölü kokuşmayla karşı karşıya bırakmıştır.

İnsan haklarını insanlık cinsine ait maslahata dayandırmalıyız. İnsanı değer yüklü, yaratılış amacına uygun bir varlık kabul etmeliyiz.

Fıkıhta insan hakları konusunu, ‘Din Koyucu’nun genel maksatlarını ifade eden meqâsidu’ş-şerî’a bağlamında ele almak gerekir. İslam fıkhı çerçevesinde hak meqâsidi, insan hakları meqâsidi üretmek mümkün…” (5/ dk. 27.27-43.43).

İslam ve İnsan Hakları” başlıklı altıncı ve son oturumu yöneten İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse şu önemli katkılarıyla iki günlük sempozyumu noktaladı:

“Nisa sûresinin birinci ayeti bağlamında bazı ilkelerin altı çiziliyor:

1- İnsani sorunlarda insanlar arası dayanışma. Doğal afet vb. durumlarda herhangi bir ayırım gözetmeden yardımına koşma. Ashabına “Yardım yaparken Müslüman kardeşlerinizi gözetin.” diyen Allah Rasulü’nü Bakara sûresinin 272. ayeti uyarıyor, yardımda ayırım yapmayın, ihtiyaç sahibi mi değil mi ona bakın, diyor.

2- Asabiyetin anlamsızlığı. Etnik ayrımcılık üzerinden politika yapmayın diyor.

3- “İnsanda aslolan hürriyettir.” denir. Çünkü tüm insanlar Âdem ile Havva’nın çocuklarıdır, şeref ve haysiyet sahibidir, hürdür, köleleştirilemez, köle muamelesi yapılamaz, diyor fıkıh kitaplarında.

Komşu haklarından bahseden bir hadisinde Allah Rasulü; “Tüm insanlık Allah’ın ailesidir, Âdem ile Havva’nın çocukları olarak kardeştirler. İnsanların en hayırlısı insanlara karşı en hayırlı olandır.”

İnsan olarak, mümin olarak, akraba olarak terettüp eden haklar vardır.” (5/ dk. 1.18.30-1.29.43).

Çifte standardı hiçbir insana reva görmemek

İki gün boyunca 12’si yurt dışından olmak üzere 27 tebliğin sunulduğu ve müzakerelerin yapıldığı “İnsan Haklarını Yeniden Düşünmek” konulu uluslararası sempozyum sonunda TİHEK Başkanı Av. Süleyman Arslan tarafından okunan sonuç bildirgesini şu şekilde özetleyebiliriz:

“Özellikle güçlü devletlerin ve bazı uluslararası kuruluşların insan hakları ihlallerine çifte standartlı yaklaştıklarına yönelik artan algı, uluslararası koruma mekanizmalarının saygınlığına ve etkinliğine zarar vermektedir. Bu bağlamda, ırk, dil, din fark etmeksizin herkesin insan olması sebebiyle sahip olduğu insan hakları kavramının, kapsayıcı bir biçimde yeniden ele alınarak çifte standarda yol açan uygulamalara son verilmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

İnsan haklarının tek eksenli olması ve değer akışının sürekli olarak batıdan doğuya doğru olması sorunlara yol açmaktadır. Bu bağlamda, tek taraflı bir değer akışı yerine, çoğulculuğun, karşılıklı etkileşimin ve kültürel göreceliliğin göz önünde tutulduğu yeni bir yaklaşım benimsenmelidir.

Batı eksenli ve birey merkezli olarak ele alınan ve sekülerizmi zorunlu bir ön koşul olarak kabul ettiği varsayılan insan hakları kavramı, esasen diğer medeniyetlerin ve İslam medeniyetinin kadim değerleri gözetilerek geliştirilmelidir.

İnsan hak ve özgürlüklerinin gözetilmediği bir kalkınma anlayışının mümkün olamayacağı göz önüne alınmalıdır.

Terör örgütlerinin insan hakları gibi ulvi değerleri kendilerine kalkan yaparak, terör propagandası için kullanmalarının önüne geçilmelidir. Terör eylemleri, insan haklarını açıkça ve ağır şekilde ihlal eden eylemler olup, bununla etkili mücadele için devletin gerekli hukuki tedbirleri alması meşrudur. Tartışmasız olarak, her devletin terör tehdidine karşı meşru müdafaa hakkına dayalı olarak ‘terörle mücadele yapma hakkı’ olduğu, bütün uluslararası mahfillerde vurgulanmalıdır.

İslam dinini, şiddet ve terörle bağdaştıran bir anlayış kabul edilemez. İnsan haklarının dinamik özelliği göz önünde bulundurulduğunda, insana ve insani güvenliğe saygı duyulması bağlamında insan haklarını yerinden korumacı yaklaşımlar önem kazanmaktadır. Şehirde yapılan her şeyin, alınan her kararın insan hakları süzgecinden geçirilmesini öngören insan hakları şehirleri kavramı gündeme gelmiştir. Bu bağlamda, sağlıklı toplumun yapı taşını oluşturan ailenin gelişmesi ve güçlendirilmesine uygun bir ortam yaratılması ve buna uygun yapılar inşa edilmesi gerekmektedir.

İnsan hakları, toplumun her kesimi tarafından kullanılabilen ve herkese temel hak bilincini aşılayan bir kavram olarak bütün dünyada hak ettiği yeri almalıdır. İnsan haklarının korunması ve ihlallerinin önlenmesi, yalnızca mağdurların değil, aydın, akademisyen, sivil toplum ve kamu yöneticilerinin yanı sıra empati temelinde her bireyin meselesidir. Bu bağlamda, sivil toplum ve üniversiteler başta olmak üzere, toplumun her kesiminin geniş katılımına ve çoğulcu temsiline dayanan politikalar geliştirilmeli, bu anlamda kamuoyunda bir farkındalık yaratılmalıdır.” (6).

Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’ün de katıldığı, Mustafa Yayla, Muharrem Kılıç, Mustafa Tekin, Murat Şimşek, Arzu Somalı vd. bir çok yerli ve misafir akademisyenin katkı yaptığı ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu (IPHRC) Genel Sekreteri Marghoob Saleem Butti ile İslam Ülkeleri Yayıncılık Düzenleyici Kurumları Forumu (IBRAF) Genel Sekreteri Doç.Dr. Hamit Ersoy’un yönetiminde “Ulusal İnsan Hakları Kurumlarına Özel Oturum” adıyla bir çalıştayla tamamlanan “İnsan Haklarını Yeniden Düşünmek” konulu uluslararası sempozyumda sunulan tebliğleri aşağıdaki linklerden dinleyebilirsiniz.

Kaynaklar:

http://gov.tr, 10.12.2018.http://www.com, 06.12.2018.tihekkurumsal/, 10.12.2018., 06.12.2018., 07.12.2018., 07.12.2018.