Çağıl Nurhak Aydoğdu’nun yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı filmi ‘Yarım’, annesinin ölümünden sonra küçük kardeşlerine bir nevi annelik yapan 15 yaşındaki Fidan’ın bir miktar para karşılığında Ege’den gelen bir aileye gelin gitmesini konu alıyor.

Fidan kendisinden 20 yaş büyük, zihinsel sorunları olan Salih ile evlendirilir. Hem Salih hem Fidan ilk başlarda bu durumu yadırgasa da ilerleyen günlerde birbirlerinin yarım kalan yönlerini tamamlamaya başlayacaklardır.

Kağıt üzerinde oldukça duygusal ve başarılı gözüken bu hikayenin bir çok yönden ‘yarım’ olduğunu belirtelim. Filmin başlarında bu hikâyenin çocuk gelinler üzerine bir duyarlılık oluşturacağı beklentisine giriyorsunuz. Oysa filmin sonuna geldiğinizde ne hikâye ne de perde de gördükleriniz sizi tatmin edebiliyor.

Çağıl Nurhak Aydoğdu ilk filmine kadar geçen sürede birçok dizide yardımcı yönetmen, yönetmen yardımcısı ve reji koordinasyon gibi görevlerde yer almış bir isim. Televizyondan sinemaya geçen yönetmenlerde bu durumun bir dezavantaja dönüştüğünü söylemeliyim. Televizyon dizilerindeki sinemaya göre daha yumuşak, daha duygusal çekimlerin ve hikâyelerin bir noktadan sonra yönetmenin hikâyelerine ve görsellerine etki ettiğini görmeye başlıyorsunuz. Yarım filminin de bu anlamda kısa süreli -1 bölümlük- dizi tadında olduğunu söyleyebiliriz. Eğer Yarım bir dizi olsaydı muhtemelen aralarda çok daha fazla mesaj verme fırsatı bulabilirdi.

Fidan ve Salih’in ‘yarımlıkları’ maalesef bir bütün olmaya yetmemiş. Hatta film sona erdiğinde bir nevi bu durumu normalleştiren bir algı oluşturuyor diyebilirim. Fidan’ın yarım kalan maddi ve manevi dünyasını tamamlamak için Salih’in yarımlığına sığınması ve onu sahiplenmesi elbette duygusal anlamda hoş bir görüntü. Bunu en acımasız insan bile görse -bir anlık- bu duyguları hissedebilir. Ama gerçek hayata dönüp baktığımızda 15 yaşındaki bir kızın para uğruna engelli birisiyle evlendirildiği gerçeği ile karşı karşıyayızdır.

Filmi Malatya Film Festivali’nde izlemiştim. Sıkılmadan izlediğimi de söylemeliyim. Özellikle filmin başrol oyuncuları Ece Tatay ve Serhat Yiğit kendilerine emanet edilen rolü hakkıyla yerine getirmiş.

Bu tarz filmlerin en büyük problemi ise gişe konusunda zayıf kalmaları. Bir yanıyla festivallerde boy göstermeye çalışan bu filmler izleyici ile çok fazla salonda buluşamıyor. Yarım 46 salonda izleyici ile buluşacak ve muhtemelen 10 binli rakamları bile göremeyecektir. Bunun sonucu olarak da filmin yönetmeni ve yapımcısı muhtemelen yeni filmlerini ‘festival filmi’ olarak kurgulamak zorunda kalacaktır. Sinemamızın bu konuda çok acil bir çıkış yolu bulması gerekiyor. Ya festivaller ‘festival filmi’ algısını kıracak adımlar atılmalı ya da vizyona giren filmlerin salon sayıları konusunda düzenlemeler yapılmalı. Yoksa bu kısır döngü bir süre sonra ülkeyi ilk filmini çekip daha sonra ortadan kaybolan yönetmenler (tabiri caizse) çöplüğüne çevirecek.