İsrail mutedil İslam’dan fena halde korkuyor. Çünkü dengeli bir devlet ve düzenli kurumlar öneren İslam anlayışı, İsrail’in bölgedeki varlığını tehdit eden en büyük tehlikedir. Mutedil İslami anlayışa sahip hareketler devlet olmayı başarırsa, doğal olarak İslam ümmeti gerek coğrafi gerekse siyasi açıdan birleşmeye, vahdeti gerçekleştirmeye başlayacak. Bu da İsrail’in ölümü demektir. Zira güçlü bir İslami çevrede İsrail gibi bir yapılanmaya yer yoktur.

Bu açıdan bakıldığında Amerika’nın ve batılı devletlerin İsrail ile aynı görüşü paylaştığı görülür. Onların tamamı şu görüştedir: İslamcılara devlet olma fırsatı verilmesi demek ilk elden şu anlama gelir; dünyada diplomasinin çehresi kısa zamanda değişecek, batı toplumları İslam’a saygınlık ve takdir duygularıyla bakacak, batılı halkların Müslüman komşularıyla ilişkileri iyi yönde değişecek. Bu müspet gelişme, batı liderlerinin ve İsrail’in olayı tersyüz ederek çarpık gösterme konusundaki büyük hırslarına rağmen gerçekleşecek.

Arap baharı ortaya çıktığında, bu süreçten en çok zararlı çıkan kesimlerin askeri rejimler ve el-Kaide örgütü olduğu yönünde siyasi bir görüş ortaya atılmıştı. Nitekim özgürlük söylemi halkların sağlıklı gidişatıyla paralel olarak gelişebilmektedir. Oysa el-Kaide örgütü çok farklı ve aykırı yöntemler kullanmakta. Suriye’de halka kasteden kanlı eylemler, Mısır’da, Libya’da ve en son Tunus’ta karşı darbeler… Gelecek daha büyük facialara gebe…

İşin özü şudur: Mutedil bir İslami devletin varlığı demek, temelde Amerika’nın ve batı devletlerinin, ‘halkını önemseyen ve halkının maslahatını gözeten’ bir devletle muhatap olmaları demektir. Oysa batılı ülkelerin işlerini yürütmekle görevli bir askeri cunta ile muhatap olmak, ancak, nihayetinde İsrail’e ve batı devletlerine hizmet eden küçük idari birimlerle muhatap olmak demektir. Horlandığını ve baskı altına alındığını düşünen Müslüman gençlerin mevcut siyasi realiteyi değiştirme düşüncesi işte buradan neşet etmektedir. Böylelikle cihatçı gruplar kurmanın yolunu aramaya başlıyorlar.

Ama gelin görün ki, bu gibi cihatçı grupların varlığını en çok isteyen İsrail ile batı devletleridir. Çünkü bu gibi grupları göstererek dünya ülkelerinin İslamcılara karşı yekvücut olmasını temin ediyorlar. Bu şekilde tüm dünya ülkelerini Arap coğrafyasının da Afganistan’dan farklı olmadığına ikna ediyorlar. Bu kurgudan beklentileri de şudur: Çok uzun sürecek iç çatışmalar başlatmak, cihatçı gruplarla mücadele adı altında bölgeye yabancı müdahalesine gerekçe oluşturmak! Tabii ki, böylelikle, bölgede yerel imkânlarla ve öz değerlerine dayalı devletlerin oluşmasına mani olmak.

İsrail, Mısır’da İhvan-ı Müslimin’i büsbütün tasfiye etmek ve onlardan ilanihaye kurtulmak istiyor. Bu yüzden cihatçı akımların daha büyük sansasyonlara imza atmasını destekliyor. Çünkü şuna inanıyor: Bölgede şiddetin tırmanması ve devamlı hale gelmesi İsrail’in ömrünü uzatacak. Böylece Batı, İsrail’in bölgedeki varlığını koruma bahanesiyle bölgemize istediği gibi müdahale edebilecek! Bu da daha fazla bölünme ve daha büyük kaos anlamına geliyor.

Biz bölgemizin tamamında, kalkınmamızı istemeyen bir siyasi ve akli sömürgeyle karşı karşıyayız. Arap ülkelerinde halen devam eden kargaşalar da esasında Türkiye’ye yöneliktir. Günbegün daha yakından görüyor ve daha derinden anlıyoruz ki; İsrail’in bölgedeki varlığı -yıkılana kadar- bütün bölge halkları için bir felaket olmaya devam edecek…

Çeviri: Fethi Güngör