Mimari, sosyolojiye/toplum yaşamına doğrudan tesir eder. Tanpınar, “Beş Şehir”de, Karakoç “Balkon” şiirinde derinlikle ve edebi olarak bu hususa işaret etmiştir. Mimari yaşam, yaşam mimari demektir. Bu günlerde hiç kimse İslami site inşa etme derdinde değil. Belki bu günlerde bireysel dünyamızda kabuğumuza çekilip yaşam inşa etme derdinde olmadığımız için bu böyledir. Oysa 50 yıl önce bile teorik ve pratik düzlemde bu mesele daha fazla gündemde idi. Süleyman Karagülle’den Turgut Cansever’e kadar pek çok kişide beğenelim/ beğenmeyelim bir söylem ve uygulama çabası vardı. Ancak inşaat sektöründe yoğun muhafazakâr/dindar firmaların yoğunluğuna, 20 yıldır devam eden Refah Partisi-AK Parti belediyecilik çizgisine, TOKİ’ye, Kiptaş’a muhafazakâr zenginleşmeye rağmen şimdilerde hiç kimsenin bu yönde esaslı bir talebi ve çabası mevcut değil. Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın yaptığı dikey mimari konusundaki uyarılar dahi hiç anlaşılmadan, özümsenmeden, tartışılmadan, hızla, ilerleyen gündem maddelerinin içinde kayboldu gitti.

Yakın dönemde ortaya çıkan Gezi kalkışması plastik bir şehir anlayışı ve estetiği üzerinden gerçekleşmişti. Onlar gezebilecekleri park, tüketebilecekleri temaşa zevki istiyorlar. Onlar yaşayabilecekleri değil tüketebilecekleri şeylerin peşindeler. Sesleri çok çıktığı için gürültüleri her sesi baskı altına alıyor, yok ediyor. Peki, bu toprakların asli unsuru olan Müslüman ahali ne istiyor? Karar vericiler, arz ediciler ne sunuyor?

İhlas gruptan Aydınlı gruba, Makro İnşaat’tan Kiptaş TOKİ’ye uzanan çizgide her yıl 3 bin, 5 bin konuttan 50 bin konuta kadar uzanan dev projeler başlanıyor. Birkaç yıl içinde tamamlanıp şehirlere dâhil ediliyor. Bu boyuttaki inşaat projeleri, nüfus yoğunluğu bakımından aslında başlı başına birer şehir demektir.Bu nüfus yoğunluğu çok değil Sanayi Devrimi öncesi dönemdeki ortalama şehirlere tekabül ediyor. Bu bahsettiğimiz şirketlerin bir Müslüman şehri kurma iddiaları yok elbet; ama nihayetinde Müslümanlar için şehir ve konut üretiyorlar. Ürettikleri yapılar, ürettikleri mimari, cemiyet hayatından, bireyin psikolojisine dek çok geniş bir dünyaya sirayet ediyor. İnsan-insan ilişkisi, insan-Allah ilişkisi, insan-evren ilişkisiyle mimarinin ve şehir planının doğrudan ilişkisi var. Bu sebeple Müslüman ahalinin yaşam dinamiklerini dikkate almak zorundalar. Yahut ahali bu yönde oluşturduğu talep ile arzın biçimini zorlamalıdır/zorlamaktadır.

Bu talepler daha net ve güçlü bir şekilde ifade edildikçe mimaride bariz değişimler de göze çarpmaktadır. Ancak öz gözden kaçırılıp sadece suret üzerinden yapılan işler ortaya çarpık, karikatürize bir sonuç ortaya çıkartıyor. Artık AVM ve sitelerin içine mescit yahut camiler yapılmaya başlandı. Ancak bu camilerin cem etme fonksiyonu yok. Hanımlar için ayrı, beyler için ayrı yüzme havuzları da böylesi bir talebin ürünü. Yüzme havuzu bir ihtiyaca dönüştüğünde onun vazgeçilmezliği kabul edildiğinde, bunların ortaya çıkması normal. Şimdilerde yeni yeni, çarşının önemi keşfedilmektedir. İçinde çarşısı da olan projeler çeşitli kurumlarca lansmana çıkartılıyor. İnsani duyarlılıklar, Müslümanca ihtiyaçlar dile geldikçe bu yöndeki talep arttıkça, projelerin şekil ve boyut değiştireceği düşünülebilir. Ancak bu projelerde çarşı, mabet ve meydan merkeze alınmadıkça, bu merkeze ulaşabilmenin önündeki, fiziki, zihni ve estetik engeller kaldırılmadıkça hiçbir projenin Müslümanca hassasiyetleri göz önüne aldığını söyleyemeyeceğiz. Yaşam ve ölümü bir ahenk içinde, iç içe yaşayamadığımız mekânlara hep bir yabancılık hissedeceğiz, oranın yurdumuz olduğu sonucuna ulaşamayacağız. Bu yüzden bu yönde derdi olan var mıdır bilmem; ama içinde mezarlık olmayan bir site projesini hiç kimse bana Müslüman/muhafazakâr şehir projesi olarak takdim etmesin. Bozuşmayalım.