Sınanmadan salıverileceğimizi sandık. Çoktan seçmeli değil, yoktan seçmeli sınavlara hazır olmalı idik, hazır olamadık. Önce iddialarımızdan imtihana tabi tutulacağımızı bile bile iddia sahibi insan olmayı merkeze aldık. İspat gerekmeksizin, iddia sahibi insanları baştacı yaptık. Bu yüzden çokça hayal kırıklığına uğruyoruz. Her köşe başında, her zorluk anında, her siyasi dönemeçte, her menfaat ayrışmasında hayal kırıklıkları, keskin cam parçaları gibi kalbimize batıyor. Belki de hayal kırıklığı olarak göze batıyoruz düpedüz. Öyle dümdük.

Bu sebeple yüzde 49.5’luk bir nimetin ardından büyük düşler kurmayı hiç doğru bulmuyorum. Sahibinin hatırına , sineye çektiğimiz medyanın bu sene G-20’ye dünyanın 16. büyük ekonomisi olarak katıldık, spotu için gülmeyi bile gerekli bulmuyorum. Meydanlarda ümmet sloganları atmasına rağmen, namaz dahi kılmayan siyasilerden, o siyasilere bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyemeyen alt kadrolardan, dik duruşu sadece REİS’e has bir tavır olarak belleyen kitlelerin üreteceği iktisadi, sosyal, kültürel çıktılardan şüpheliyim. Ama asla ümitsiz değilim. Çünkü bir de hesapsız, çıkarsız, menfaatsiz bir azınlık var bu ülkeyi ayakta tutan. Mesela hiçbir sosyal güvencesi, hiçbir geliri olmadığı halde, oğlu kızı olduğu için, benden daha muhtaçlar vardır diyerek, devletin bağladığı yaşlılık maaşını almayan insanlar var. Bu ülkenin gökkubbesini ayakta tutan sütun taşları onlar.

Ahlâk olmadan olmuyor azizim. Almanla ticaret yaptığında sahtekârlık yapmayacağını bildiğin, Türk’le Kürt’le Arap’la ticaret yaptığında ardını kollamak zorunda hissettiğin sürece olmuyor, olmayacak. Ne diyordu Akif; -Avrupa seyahati sonrası- dinleri işlerimiz gibi, işleri dinlerimiz gibi. Aradan 100 yıl geçti ama o günden beri hiçbir şey değişmedi. Ne patronlar ne işçiler ne sağcılar ne solcular ne laikler ne dindarlar daha ahlâklı olmadı, olamadı. Bu yüzden dünya siyasetini değiştirmeden, Suriye’ye operasyon yapmadan, büyük ekonomik girişimler yapmadan, şirket kurmadan, bankaya dolar yatırmadan, birisinin bize güvenini boşa çıkarmadan önce gelin kendimizi imtihan edelim. Bir güven endeksimizi çıkartalım. Başkalarının gözünden kendimize bakalım. Söz verdiğimizde sözümüzü tutma, borcumuzu zamanında ödeme, menfaatimiz aleyhine olan yerlerde haktan yana olma, torpil yapmama, adam kayırmama, yanıltmama, yalan söylememe, blöf yapmama, dosdoğru olma yüzdemize bakalım. İsterseniz bu sıkıcı konuları bırakıp başka mevzulara bakalım. Mesela patronlar kapitalizme karşıymış, Beşiktaş’ın bağımsız taraftar grubu Çarşı’ymış, Müslümanlık; o bildiğin gibi değil farklıymış. Mış, mış, mış. Has Türkçe’de nasıl derler bilirsin: “Müslümanın potcuğuna bas bah bahayım, gâvurluk nerden çihıyor.”