Namaz zikirdir, hem de en büyük zikir.

Namaz nurdur, kişinin dünyasını ve âhiretini aydınlatır.

Namaz, bir ummandır ki, onda deryalar birleşir.

Namaz binektir,

Namaz sırdaştır,

Namaz yoldaştır…

Huzurdur namaz,

Sürûrdur ve

Müjdedir namaz…

Bunun için;

Kul namazsız olmaz!

Allah ve Rasûlüne müştak olanların müjdesidir o…

“İlahi! Maksudum sensin, matlûbum da rızandır,” diyen ve O’na yanan, O’na yakaran, O’nun için ağlayanların bineğidir namaz.

Burak’lar, namaz için gelir ancak.

Sevgililer Sevgili’sininmi’racında, Burak ve Aşkullah olmuştu ona, Rabbi ile görüşmeye, mükâlemeye konak.

Ne göz kalmıştı, ne de kulak… Zira onda vardı hep Rabbine iştiyak…

Gözü yaşlı, özü aşklı Allah dostlarının o imrendirici ahlâkı ancak, hûşû dolu namazlarıyla olmuştu. Zira onlar her konuda O sevgiliyi önder ve örnek alarak, kulluk basamaklarını tırmanmaya gayret etmişlerdi.

Namazı hiç olanın, kendisi hiç olur. O, özü kaybetmiş ve sadece kabuğuyla görünen cevize benzer. Dış görünüşü güzel ve çekici olsa da, ondan istifade edilmeye kalkışıldığı zaman gerçek anlaşılır ve ancak çöpe atılıverilir o.  Yanında bir de sitemi vardır; “dışın güzeldi ama için fosmuş”denilir. Bu boş olanıdır.

Bir de içi kurtlarla dolu olanı vardır ki o, namazdan hep uzak, hiç yaklaşmayanıdır.

Göz nûru olan namazı, gönül nûru haline getirebilmek için gayret etmek gerek. O, dış dünya ile olan bağları Allah ve Rasûl’ünün rızası noktasında çok ince bir düşünce içerisinde ayarlamaktan geçer. Eğer bu başarılacak olursa mü’minin”kalpgözü”olur. İşte hadisteki; Müminin ferasetindensakınınız. Çünkü o Allahın nuru ile bakar,”(Tirmizî, TefsiruSûre 15) gerçeği hâsıl olur.

Büyüklerimizden pek çoğu bu manâyı çocukluğunda yaşamışlardı. Çünkü onlar böylesine bir terbiye metodundan gelmişlerdi. Erken çıkan yol alır, kaidesince, büyüdükçe de basamak basamak yüksek seviyelere ulaşmışlardır.

Bugün pek çok kardeşimizin haline bakacak olursak hep kayıp, hep zarar değil mi? Yıllar geçiyor hâlâ namaz yok. “Hele dur bakalım, başlarız. Daha genciz, bir gün kılarız. Çok günümüz var önümüzde,”gibi boş ve zararlı lâflar.

Şair ne güzel demiş;

Ey kul, etme dünya nazı, sen de kıl namazını,

Yarın kılarım diyenin, dün kıldık namazını.

Daha da ötesi; “kılanlar ne yapmış, ne kazanmış, onları da görüyoruz işte”gibi ifadeler. Bunlar şeytanın aldatmasından başka bir şey değildir. Acı, çok acı şeyler. Hatta böylesi sözler inancı dahi zedeler.

İşte bu bakışta onu sadece yük görmek vardır. Diğerinde ise, aşk ve muhabbet durağı bilmek var. Namazı bu manâda görmedikçe, ondan gerçek manâda istifade edilemez. Böylelikle kişi, dünyaya gönderiliş maksadını da kaybetmiş olur.

NAMAZIN ÖNEMİ

Namaz, Rasûlullah’ın (s.a.v.) ifadesiyle dînin direği olan eşsiz bir ibadettir. (Tirmizî, îman 8)

Namaz hayatımızı bütünüyle kuşatan bir ibadettir. Günlük (beş vakit namaz), haftalık (cuma namazı) ve yıllık (iki kez kılınan bayram namazları ve yılda bir ay kılınan teravih gibi) eda edilecek çeşitleri vardır. Ayrıca vefat eden kimseye dua mâhiyetinde kılınan, farz-ı kifâye değerinde bir de cenaze namazı vardır.

İnanan bir insanın namaz kılmamasının hiçbir haklı mazereti olamaz. Hz. Câbir (r.a.), Rasûlullah’ın (a.s.) şöyle söylediğini işitmiştir:

“Kişiyle şirk ve inkârcılık arasında namazın terki vardır.”(Müslim, îman 134)

Bu ifade şu anlama gelir: Namaza devam edişi, kişinin inkâra veya şirke düşmesine engel olur. Çünkü kıldığı namaz, onu bunlar başta olmak üzere her türlü kötülükten alıkoyacaktır. Namazı terk ettiğinde ise onunla şirk arasında böyle önemli bir engel kalmamış olacaktır. O halde namaz bunlara karşı da bir zırh ve duvardır. Bunun için Ashab-ı Kiram namazı terk etmeyi çok kerihgörürler, küfre düşülür diye korku duyarlardı.

Abdullah İbn-u Şakik anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.)’ınAshab’ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürlerdi.”(Tirmizî, îman 9)

Aman ya Rabbi! Şimdi insanlarımızın kaçta kaçı namaz kılıyor ki!

Tabii ki kişi inkâr etmedikçe küfre gitmez. Ancak onlar bu konuda çok titiz olduklarını böyle ortaya koyuyorlardı. Yani namazı bilerek terk eden insanın şirk ya da küfre daha kolay düşebileceği ifade edilmekteydi. Yoksa dinin asli bir hükmünü kişi inkâr etmedikçe küfre gitmez, günahkâr olur.

İşte bu yüzden, namazını unutarak, uykudan uyanamayarak veya daha da kötüsü tembellik (ihmal) yüzünden zamanında kılamayan kimse onu mutlaka kılmalı, yani namazın kazasını yapmalıdır. (Ebû Davud, salât 11; Nesâî, mevâkît 53)

Namaz o derece önemli bir ibadettir ki, bir özür olmaksızın namazın kazaya bırakılması, büyük günahlardandır. Hiçbir kaza namazı, vaktinde kılınan namaza fazîlet ve sevap açısından denk olamaz. Namazları mutlaka vaktinde kılmak gereklidir.

Namazı bilerek veya tembelliği (ihmali), gafleti yüzünden vaktinde kılamayan kimse, günahkâr olur, bu namazı kaza etmesi lâzımdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biri, uyku veya gaflet sebebiyle bir vakit namazını kılmazsa, hatırladığında onu kılsın. Çünkü Allah Teâlâ“Ben’i zikretmek için namaz kıl!”(20 Tâhâ 14) buyurmuştur.”(Müslim, mesâcid 316)

Bir diğer hadis de şöyledir: “Bir kimse bir namazı unutursa, hatırladığı zaman onu kılsın, namazın bundan başka keffâreti yoktur.”(Buhârî, mevâkît 37)

Yine namazı özürsüz kazaya bırakmanın günahı, o namazı kaza etmekle kalkmaz, ayrıca tevbe ve istiğfar etmek şarttır. Çünkü sadece meşrû bir özür sebebiyle, namaz kazaya bırakılabilir. Ancak uyku veya unutma gibi bir özür sebebiyle namazı geçiren kimse, günahkâr olmaz.

Asr-ı saadette Peygamberimiz’in (a.s.) başından geçen namazı vaktinde kılamama ve bunun kazasını yapma hâdiseleri, uyuyakalma ve -Hendek savaşında olduğu gibi- kılacak ortam bulamama durumlarından ibarettir.(Dereli, M. Vehbi, Açıklamalı Namaz Hocası ve İlmihal Bilgileri, Konya, 2002.s. 74, 75.)

İslâm öncesi semâvî dinlerde ve onlara mensup ümmetlerde de namaz emri vardı. Hz. İsmail, Zekeriyya ve İbrahim peygamberler ile Hz. Meryem’den bahseden âyetlerden bunu öğrenebiliyoruz. (Bkz. 19 Meryem 54-55; 3 Âl-i İmran 39, 43; 2 Bakara 125)

İslâm’ın ilk yıllarında sabah ve akşamleyin kılınan ve iki rekâttan ibaret olan namazın, hicretten önce Mîrac gecesinde farz kılındığı, sağlam hadislerle sabittir. O gece öncelikle elli vakit olarak farz kılınan namaz, Peygamberimizin (a.s.) dua ve istiğfarı, Allah’a yakarması netîcesinde günde beş vakit olarak emredilmiştir.(Buhârî, salât 1; Müslim, îman 263; Tirmizî, salât 45)

İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Bu konuda çok açık ve kesin hadis-i şerîfler vardır.(Buhârî, îman 34)

Kur’an’ın hemen başında takva sahiplerinin en belirgin özellikleri arasında, onların gereği gibi namaz kılan kimseler olduğu ifade edilir. (2 Bakara 3)

Bir başka âyetmeâli ise şöyledir:

Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir.” (8 Enfâl 3)

Cenab-ı Hakk, bizlere günün belli vakitlerinde kendisini özel olarak anmamızı emrediyor: “Rabbini içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Sakın gafillerden olma!” (7 A’râf 205)

Namaz ise O’nu anmanın en güzel şekillerinden biridir.

Mü’minlerin sayılamayacak kadar güzel hasletleri vardır. Rablerine olan sevgilerinin, O’nun için yaptıkları secdelerinin izleri simalarında nûranî ve Rahmanî eserler meydana getirir. Örnek mü’minler Fetih sûresinde şöyle anlatılırlar:

“Onları rukûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lûtuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişaneleri vardır.”(48 Fetih 29)

İnanan kullar, Allah’ın zikrinden uzak oldukları zaman, şu âyette belirtildiği şekilde, taş gibi katılaşmış olacaklarını da bilirler:

“Allah’ın zikrinden uzak kaldıkları için kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”(39 Zümer 22)

KIYAMET GÜNÜ İLK HESAP NAMAZDANDIR

Namazsız bir hayat düşünülemez. Çünkü o, hayatımızı bütünüyle kuşatan bir ibadettir.

Peygamber Efendimizin bütün uygulamalarında, onun bu önemi sıkça kendisini gösterir.

Hz. Muaz (r.a.) anlatır:  Rasûlullah  (s.a.v.)  beni Yemen’e gönderdi.  Buyurdu ki;“Gerçekten sen Ehl-i Kitap’tan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın Rasûlü olduğuma şehadete davet et. Eğer buna itaat ederlerse, kendilerine bildir ki Allah onlara her gün ve gecede beş vakit namaz farz kılmıştır…”(Buhari, zekât 1-2; Müslim, îman 29; Ebu Davud, zekât 5)

Kıyamet günü yapılacak hesabın ilkinin namazdan olması, yine onun önemine işaret etmektedir:

“-Kıyamet günü, kulun ilk önce hesaba çekilecek ameli, namazdır.

 Şayet namazı iyi olursa kurtulmuş olur, ama bozuksa ümitsizliğe düşer. Eğer farzlarından noksan bir şey çıkarsa, Aziz ve celil olan Rabbi;

“-Kulumun nafilesi var mı bakınız,” buyurur. Farzdan eksik olanı, nafile ile tamamlanır. Sonra diğer işleri de bu usulde (muhasebe) olur.” (Tirmizî, mevâkît 188)

Kur’an-ı Kerim’in bizzat en güzel müfessiri ve tatbikatçısı olan Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin mübarek sözleri, gerçekten çok açıktır. Namazın önemini belirten pek çok hadis-i şeriften sadece bu ikisi bile, bu ibadetin ehemmiyetini ortaya koymaya yeterlidir.

Şu âyet-i kerime yukarıdaki manayı destekler mahiyette, o gün ilk faydanın namazdan geleceğini gösteriyor:

İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunmayan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık harcasınlar.”814 İbrahim 31)

O, İslâm binasının ikinci temel unsuru olarak hadiste şöyle zikredilir:

İbn-i Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.”(Buhârî, îmân 1, 2, tefsîrusûre (2) 30; Müslim, îmân 19–22)

Gerçekten mü’minin hayatını bütün hatlarıyla kuşatan namazın ehemmiyeti, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde çok net bir şekilde ortaya konmuştur. İmandan sonra yapılacak ilk ibadet namazdır ve namaz aynı zamanda kulun imanının da en açık belirtisidir.

Rabbimiz bu güzel ve önemli ibadet konusunda hassas olanlardan eylesin. İbrahim (a.s.)’ın duasında olduğu gibi bizi ve nesillerimizi namaz kılanlardan eylesin:

“Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.” (14 İbrahim 40)

İşimiz Namaz

Vaktimiz beştir bizim

Gönlümüz hoştur bizim,

Yüzümüz nurdur bizim,

Rahmete siz de gelin.

İşimiz namaz bilin,

Yerimiz secde bilin,

Hak yolu budur bilin,

Rahmete siz de gelin.

Yandıkça yanar özün,

Kavuşur nûra gözün,

Rukûya iner dizin,

Rahmete siz de gelin.

Mevlâ’yı anmak güzel,

Zikirle varmak güzel,

Gözyaşı dökmek güzel,

Rahmete siz de gelin.

Durulur O’nun için,

Kurtuluş kullar için,

Huzurdur mü’min için,

Rahmete siz de gelin.

Ezanlar gelir bize,

Çağrıdır hepimize,

Şifadır gönlümüze,

Rahmete siz de gelin.

İlk hesap ondan olur,

Kılmayan pişman olur,

Üzüntü göğü bulur,

Rahmete siz de gelin.

Soracak münkernekir,

Kılmadın sebep nedir,

Yaratan seni O’dur,

Rahmete siz de gelin.

Sıratın köprüsüdür,

Mahşerin gölgesidir,

Mü’minin miracıdır,

Rahmete siz de gelin.

Direği dinimizin,

Rehberi yolumuzun,

Tesbîhi dilimizin,

Rahmete siz de gelin.

Bükülür onda beller,

Mevlâ’yı anar diller,

Açılır Hakk’a eller,

Rahmete siz de gelin.

Tekbirle başlar her kul,

Açılır goncayla gül,

Güzeller güzeli bil,

Rahmete siz de gelin.

Davete koşar kullar,

Cemaat olur onlar,

Birleşir hem omuzlar,

Rahmete siz de gelin.

Sabah, öğle, ikindi,

Akşam ile yatsıda,

Huzur olur kullarda,

Rahmete siz de gelin.

Cuma’ya koşar herkes,

Hitap eder gür bir ses,

Cenazede biter nefes,

Rahmete siz de gelin.