Dilimizde eskiden beri yaşayan kelimelerin durduk yere dilden atılmayıp milletin hafızasında tutulmasının o dilde ortaya çıkacak her türlü ürünü zenginleştirme yanında, o dili “bilim dili” olarak güçlendirme; ses getirecek edebi eserlerin ortaya çıkmasını; toplumun iletişim dilinin ve psikolojisinin güçlenmesini sağlamak gibi farklı etki ve boyutları vardır. Dili sadeleştirme adıyla kısırlaştırmak ise tam aksi sonuçlar doğurur. İletişimi zayıflatır, bilimden edebiyata kadar her alanda toplumun üretebileceklerini kısıtlar ve nihayet elinizde kısırlaşmış bir dil kalır.
Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle bir bilim, kültür, sanat, edebiyat dili olarak iş görmek ve ürün vermek için fazlasıyla yeterlidir. Sokakta konuşulan Türkçenin iki-üç bin kelimeden ibaret kalması halkın suçu değil…
Milli eğitim müfredatının çocuklarımıza zengin bir dil kazandırma kaygısıyla yeniden tasarlanması şarttır. Edebi dilin sevdirilememesi, okuma alışkanlığı kazanılmamış olması, görsel medyanın dil bakımından bir plan dahilinde beslenememesi, bu yönde bir strateji eksikliğini gösteriyor.
Daha önce ifade ettiğim gibi, mesleki alanlardaki söz dağarcığının zenginliği, o dili bilim dili olarak kullanmayı veya halkın diline katkılarıyla birlikte mili kültürü besleyen geniş bir hazine sağlar. Çünkü dil “kültür”ün en önemli unsurlarından birisidir.
Diğer yandan işin sosyo-kültürel boyutunun ötesinde, stratejik yönleri de olan “dil meselesi”, tarih ve coğrafyayla da ilişkili olup, hem mekâna hem de zamana işaret eden derin bağlantılar içerir. Dolayısıyla, dili organik gelişme seyrinin dışına çıkaran her müdahale, dile, kültüre, o dilin akrabası olan diğer dillerle ilişkilerine, tarihi miras birikimine umulmadık zararlar verir. Düşünceyi, su içinde topraksız ortamda zayıf köklerler yetiştirilen yapay (sun’i) domates gibi tatsız ve zevksiz kılar.
Dilin; kendi kültür havzasında kullanıldıkça güçlenen ve kendisini besleyen bir yanı vardır. Bu yönüyle bakarsak Türkçenin farklı lehçe ve ağızlarındaki ortak mirası korumak, tarihi ve sosyo-politik yönüyle de önemlidir. Rasgele, kökü olmayan ve yalnızca mevcut-yerleşik kelimelerden kurtulmak gibi bir kaygıyla hareket edilmesi sonucu Türk diline verilen zararın “hasar tespiti” çalışmaları hala yapılmış değil. Üniversite, basın ve radyo-TV aracılığıyla Türkçeye bir “dip darbe” mahiyetinde verilen zararın bir kısmı son derece iyiniyetli ama bilinçsiz; bir kısmı ise bütünüyle artniyetli çalışmaların ürünü olmuştur. Türkçeyi tabii seyri dışında değişmeye zorlayan bütün amatör veya kasıtlı çalışmalar, yukarıda sözünü ettiğim bağlantıları kısmen koparmış oldular. “Adalet”, “adil”, “hukuk”, “kanun “gibi bin yıldır Türkçede var olan, milyonlarca sayfa tarihi ve çağdaş metinde kullanılmış olan yerleşik sözleri atmaya kalkışmak zannedildiğinin tam tersine Türk diline hizmet değil, bir baltalama olmuştur. Nasıl olduğunu açalım:
Üretilen ve yeni çıkarılan sözlerden bazıları tutarken bazıları hiçbir şekilde tutmadı. Bunu örnekleyecek olursak:
Zaten Türkçe olan “değiştirmek” yerine “başkalamak”;
“hukuki tasarruf” yerine “tüzel egenim”,
“hukuki değer” yerine “tüzel değer”;
“adalete uygun” yerine “tüzegenliğe uygun” veya “tüzegence”,
“adli soruşturma” yerine “tüzel gerçin”;
“adil” yerine “tüzemen” sözleri çıkartılmış ancak bu kelimeler rağbet görmemiş ve tutmamıştır. Hukuk yerine “türe”, hukuki yerine “türel” tutmayan kelimelere diğer bir örnek.
Dilin tarihi mirası koruyup taşıma yanında diğer yakın halklarla bağlantıların devamı bakımından başkaca bir köprü olma işlevi daha vardır. Şöyle ki;
Türkçe zannedilerek Moğolcadan alınan “yasa” bin yıllık dilimizde var olan “kanun” yerine konulmuş oldu. “Hukuk” sözü Arapça, Farsça ve Türkçe’nin bütün lehçe ve ağızlarına kadar küçük fonetik farlılıklarla aynıdır. Bu sebeple, Anadolu Türkleri, Türkmen, Azerbaycan, Tatar, Özbek, Uygur, Kazak, Kırgız, Başkırt’ların hukuk dediğine “tüze” deseydik ortak bir kelimeyi atmış olacaktık.
Bu insanların tamamı, “kanun” için “kanun” derken biz “yasa” gibi Türkçe olmayan başka bir sözü alarak bütün bu kültür havzasıyla da ortak anlaşma dilini ortadan kaldırmış ve aradaki köprüleri yıkmış oluyoruz. Aslında coğrafyayla ve tarihle bağlantımız koparılmış oluyor. Çünkü tarihi ve kültürel mirasımız bu kelimelerle işlendi. Coğrafyamızda bu kelimelerle konuşuluyor.
Hukuk metinlerinde olup da günlük dilimizde yer bulan adalet, kanun, milli, medeni, kaide, vazife, borç ve karz, emanet, vilayet, umumi, hususi, iktisadi, şehir ve benzeri Türkçe’nin bin yıldır bütün metinlerinde geçen hukuk kelimeleri bir çırpıda atılmaya çalışıldığında coğrafyamızda sadece bizim anladığımız, ama komşu ve akraba halkların anlayamadığı bir dil çıkmış oluyor ortaya. Henüz bu sözleri okuyucularımız anlıyor fakat birkaç nesil sonra bu sözler akıllıca bir milli dil politikası izlenmezse belki de tamamen yok olacak.