Küfürden sonra en büyük günahın kalp kırmak olduğunu biliyor muydunuz? Peki, neden o zaman odun kırar gibi birbirimizin kalbini habire kırıyor, kul hakkına giriyoruz? Ya kırdığımız kalbi Cenab-ı Allah çok seviyorsa! Deyin hele o zaman ne yapacağız? “Bir mü’min, bir mü’minin kalbini kırsa, yetmiş defa Kâbe’yi yıkmaktan beter günaha girer.” diye buyuran Peygamber Efendimizin yüzüne nasıl bakacağız? Hem ne diyordu Yunus ” Bir kez gönül kırdın ise/Bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi/Elin yüzün yumaz değil…’’

Maalesef birçoğumuz şu yalan dünyaya ne zaman veda edeceğimizi biliyor gibi yaşıyoruz! Bu dünyanın geçici ışıltısına kapılıp ‘varlığımızın amacını sorgulamadan’ arzularımızın peşinde koşarak ömrümüzü yok yere heba ediyoruz. Ölümü kendimize hiç yakıştırmıyor, nasıl olsa daha zamanımız var deyip, kendimize kocaman bir ömür biçiyoruz. ‘Rabbimize verdiğimiz sözleri yerine getirmeye, küstüklerimiz ile barışmaya, kalbini kırdıklarımızla helalleşmeye, daha çok vaktimiz var’ diye düşünüyoruz. Kalan zamanımızı bilmediğimiz şu fani dünyada, bunları ertelemek sanırım biraz kolayımıza geliyor. Hem bizim halletmemiz gereken bir kamyon işimiz, geleceğe dair daha bir sürü hayallerimiz, planlarımız, endişelerimiz ve korkularımız var değil mi? İmam-ı Gazâlî ’nin sözü geldi aklıma ‘Mezardakilerin pişman olduğu şeyler için, dünyadakiler birbirini yiyor.’

Elbette uyanmak için önce uyumak, ölmek için de önce yaşamak gerekiyor. Lakin benim anlamadığım bir saniye sonrasına bile garantimiz yokken, ölümü neden bu kadar hafife alıyor ve hiç ölmeyecek gibi kırıp dökerek yaşıyoruz? Dünya hayatı içinde hevâ ve heveslerimize yenik düşüp Hakk’a olan ahdimize neden vefâsızlık ediyoruz. Allah’a inanıyoruz, lakin Allah yok gibi yaşıyoruz. Hem de ölümün, yaşamın ikiz kardeşi olduğu gerçeğini bile bile… Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de ‘’Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler. (A’raf 176)

Kıymetli dostlar; ‘Ölümü düşünmemek, insanı ölümden kurtarmaz!’ Canlı olan her şey eninde sonunda mutlaka ölümü tadacaktır. Siz bu satırları okurken bile, dünyada kaç kişi hayata gözlerini yumdu Allah bilir. Göz açıp kapar gibi geçen keşkelerle dolu bir hayatta, bir bakmışsınız ki yolun sonuna gelmişsiniz. İşte tam bu gerçekle yüzleştiğimizde ölüm giriverir araya. Ve siz öylece kala kalırsınız. Er kişi ya da hatun kişi niyetine birden namazınız kılınır…

Yaşam bizlere kırmanın veya yıkmanın kolay, yapmanın veya onarmanın ne kadar zor olduğunu defalarca göstermişken, bizler hala dünyalık işler için kalp kırmaya devam ediyoruz. ‘Kırmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır.Münakaşa, dostun dostluğunu giderir, düşmanın da düşmanlığını artırır.’ Gelin o vakit, şu fani dünyada kalp kırıcı olmaktan ziyade, gönül yapıcı olmaya özen gösterip, hikâyemizin sonunu güzel bitirelim…

Selametle…