Şiddet sosyal bir gerçekliktir ve bu konuda cinsiyet ayrımı yapılamaz. Kadına şiddet de bu meselenin önemli bir parçasıdır. Cinsiyet eşitliğinden dem vuranların, her şeyden önce, mevzuya böyle bir fikir ahlâkıyla yaklaşması gerekir.
Had bilmeden had bildirmenin modalaştığı trajik günlerden geçiyoruz. Kendi şaibeli hakikatlerini ‘’mutlak doğru’’ barkoduyla satmaya çalışan ideoloji tüccarları var. Totaliter pazarlama teknikleriyle fikir piyasasını domine etmek istiyorlar.
Resmî istatistikler açık:
İstanbul Sözleşmesi uygulandığından bu yana kadın cinayetleri yaklaşık 5 kat arttı.
Prof. Boynukalın, bu sosyolojik analizi referans alarak fikirlerini beyan etti. Ve içtimai huzurun ancak Allahü Teâlâ’nın kanunlarına (kısas gibi) uyarak sağlanabileceğini belirtti.
İkinci cümleye Allah ve aile inancı olmayan herkes itiraz edebilir. Fakat birincisine itiraz etmek için somut verileri inkâr etmek veya mağarada yaşamak gerekiyor.
İslâm hukukunun problemsiz bir hayat için lüzumlu bütün kaideleri haiz olduğunu cahil kütlelere burada anlatmayacağım elbette. İstanbul Sözleşmesi'ni de daha önce yazdım. Yaldızlı üslubunun içerdiği alt metni madde madde inceledim.
Rezillik şu ki, kendisine “Müslümanım” diyenler, kurtuluşu Allah’ın kanunlarında aramak fikrine dahi itiraz ediyor.
Milletvekilimiz, “Dini referans alarak katı ve sert açıklamalar yapmak yanlış, herkes işini yapsın!” tonunda konuşuyor mesela. Kendisi daha önce de hakikati anlatan ilim adamlarını haksız ithamlarla hedef göstermişti. ( CHP zulmüne karşı yanında durmamız ayrı bahis.) Kimi referans alacağız biz? Eşcinselliği yayıp, PKK ile cilveleşen feminist örgütleri mi? Yahut bunları kullanan sermaye oligarşisini mi?
Kadın Kolları başkanımız ise, Prof. Boynukalın’ı, fikirlerini Twitter’da 140 karaktere sığdırmak ve bölücülükle suçluyor. Sosyal medyanın hükümet yıkıp hükümet kurma, kanlı devrimler yapma gücünü yok sayıyor herhalde. Bilmiyorsa, en basitinden “Arap Baharı”nı bir araştırsın. Gerçi pardon, herkes sosyal medyayı silah gibi kullanacak. Fakat Türkiye’de Müslümanlar haklarını savunmak için güvercinle haberleşecek.
Meşhur TV moderatörünü de atlamayalım. Ancak mizahî anlamıyla fıkra olabilecek köşe yazısında, güya Ayasofya imamına had bildirerek din, sosyoloji ve kurumlar tarihi konusundaki cahilliğini ifşa ediyor. Satır harcamaya bile gerek görmüyorum.
İsim vermiyorum çünkü derdim zihniyetle.
Şöyle mi olması lazım:
STK üyeleri, gazeteciler, sanatçı geçinenler, politikacılar, teröristler her türlü feminist/sömürgeci propagandayı yapacak. Süresiz nafaka zulmünü, İstanbul Sözleşmesi’ni vs. eleştiren halk görmezden gelinecek. Bozguncu dayatmalara itiraz eden ilim insanlarına itibar suikastları yapılacak. Etki ajanları ‘’kadın’’ gibi hassas meseleler üzerinden kaos kıvılcımları çıkartacak. Pozitivist cehalet, zerre kadar tanımadığı İslâm’a hakaret ederek kendi despotizmini kuracak. Geri kalan herkes ise susacak, işini yapacak.
Yok ya?
Ne enteresan! PKK'nın, DHKP-C'nin, FETÖ'nün içtimaî-siyasî kolları da aynı yüksek inanışın, sosyal nizamın, ortak hakikat fikrinin karşısında. Hepsi de “kadın’’ hakikatini mezeleştirerek ithal ideoloji ve sözleşmelerin çığırtkanlığını yapıyor. Tamamı, düşman oldukları mahalleden cımbızladıklarıyla bize had bildiriyor.
İslâmiyet dışında her fikir ve ideolojiye saygı duyan, icabında terörist kliklerle ittifak kuran, FETÖ'nün diyalog sloganlarını ağzına sakız edip ifade hürriyetine saldıran feministlerin işgali altındayız. İslâmlığı ve şerefli İslâm kadınlarını kendi bâtıl düşüncelerine malzeme kılıyorlar.
İlm-i siyaset konusuna giremedik, nasipse sonra…