Ey Nuh! Yalnızlığı almasaydın gemine, sen dahi bikes, mahzun kalmasaydın

Sırları deryalara gömdüm gömeli her giden gemide bir parça hüzün çekerim ben karaya. Yılları yollara verir mektupları suya yazarım, okunmayacak mektuplar düşer mücerret kalemimden. Bir mektupla bin bir feryadı sineye çeker, bütün efkârımı harflere yükler, firkat denen o kan kızılı kelamla hülasa ederim feryadımı. Yalnızlık kimin elleriyle düştü bilmem deryalara, lakin hangi gemi hangi limana gidecek olsa ben yalnızlığı ona yükler, bazen bir “Ertuğrul”, bazen bir sefine-i sükût, bazen bir “Mavi Marmara” olurum.

Gemiler derya üstünde ateşe boğulur, yanacak neyi varsa yakar da siz bilemezsiniz. Gün gelir suyu da yakar gevremiş bir gemi güvertesinden işitilen gamlı bir türkü. Lisanını bilmeseniz ne keder! Ta ki Âdem’den beri firkat her lisanda aynı harflerle okunur. Bütün ağıtlar aynı hüznü terennüm eyler de ciğerleriniz tutuşur. Bir vakit olur şairin mısralarından süzülür feryadı bikes, kimsesiz kalmışların. Ne elem ki gidenlerin her biri memnundur yerinden ve seferler seneleri muma tutturur da dönen yoktur seferinden. Şair de öyle dememiş miydi zaten?

Şimdi bir deniz kenarında nazarını deryaya mıhlamış otururken bir âdemoğlu ne bilecektir ki gözleri mavi rengi her gördüğünde bundan asırlar evvel belki de ismini dahi daha evvel işitmediği bir memlekette batacaktır ömür gemisi de mezarı dahi derya olacaktır. Bir Ertuğrul şehidi asırlar sonra katreye medfun bir yerde bulunacak ve torunlarının içi yanmayacaktır. Veyl olsun öyle torunlara. Ya da ne bileyim Marmara kıyısında otururken biri ve deryayı seyre dalmışken utanmayacak. Aklına sırf Gazzeli kardeşlerimize yardım için giderken katledilen Mavi Marmara’dan cennete uçanlar gelmeyecek öyle mi?

Ben her deryaya baktığımda gözlerim mavi ile kızıl arası bir renge boğulur. Ve “Ne olurdu” derim “Ne olurdu ey Nuh! Bu firkati almasaydın gemine. Bu zulüm bu ihanet gemindeki kimden tevarüs geldi bizlere kadar? Sular bütün bir âlemi rengi ile boyarken onu dahi bıraksaydın en tılsımlı mekânlara da çıkamasaydı gönlümün bir yerinden. Her gidenin ardından deryalara ar düşürecek gözyaşları akmasaydı da o hüzünlü türküyü işitmeseydi kulaklarım.”

Su üstüne kendi resmini çizen her gemi biraz hüzün, biraz keder kokar ve hepsinde lisan farklı olsa dahi aynı türkünün yanık buhuru yükselir. Lakin siz bilemezsiniz… Bilseydiniz, o türküyü dinler, gözyaşlarınızı denize gömerdiniz.

Deryada katreye mahpes ruhum var benim ve seyre çıkan her gemide bir Nuh’um var.

[1] 1890 yılında Japonya’ya sefere çıkıp dönüşte kayalıklara çarparak batan Ertuğrul Fırkateyni’nin enkazından 2008 yılında çıkarılan adı meçhul şehidin ve 2010 yılında katil İsrail tarafından Mavi Marmara’da şehit edilenlerin hatırasına… Mekânları cennet olsun…