Adamın adı Tuncer. Belki birçoğunuz adını şimdiye kadar duymamıştı ama bu gidişle kısa sürede duymayan kalmayacak gibi.

Ahir Zaman Köyü dediği bir çiftliği var. Kendisi “çiftçi” değil. Herkes ona “Hocam” diyor ama aslında müflis bir inşaatçı. Dini eğitim bile almadığı biliniyor. Bir elin parmaklarından fazla kanalda ücreti mukabilinde canlı yayın yapıyor. Para almıyor, kanallara para veriyor. En sonunda kendi kanalını da kurmuş: Gonca TV. Radyolarını saymaya gerek yok.

İşi, dua etmek. Ezberlediği sadece bir dua metni var. Başını öne eğip, elini kalbinin üzerine götürüp bu metni okuyor. Başka dua biliyor mu, bilmiyorum. Dua ile kanser, ur, kist, migren gibi onlarca hastalığı anında tedavi ettiğini, programa bizzat katılan teyzeler söylüyor. Kişi başı 10 liradan “Dua Konserleri” düzenliyor. İmzalı posterlerini 5, imzasızlarını 3 liradan satıyor.

Ahir zamandan canlı yayınlar yapıyor. Etrafında İngiliz’inden Midilli’sine atlar, develer, kuzular, tavuslar, tavşanlar, papağanlar, angutlar, rengârenk kuşlar… Canlı yayına bağlananlar “Cennet gibi hocam orası, keşke biz de yanınızda olabilsek” diyor.

Çenesinde ve yüzünde Arapça “Allah” yazdığını yakın çekim kamera görüntüleri ile ispat etmeye çalışıyor. Fotoğraflarda, kafasının tepesinde Arapça “lehu” kelimesi çıkıyor. Robot resmi çizildiğinde kendisinin tıpkısı çıkacak bir “mehdi” tanımı yapıyor. Mehdinin şu an zuhur ettiğini iddia ediyor.

Canlı yayına bağlanan bir kadın “Hocam, Allah’tan sonra en çok sizi seviyorum!” diyor. Öbürü hüngür hüngür ağlıyor, “mucize” gösterdiniz diyor. Normal hocaların kendi hanımlarından görmediği saygı ve sevginin âlâsını adam binlerce kadından görüyor. Önceleri “saadet zinciri” falandır, diye düşündüm. Öyle de değil gibi, yüzlerce insan, binlerce telefon. Öyle olsa bile zincirin bu kadar yakınımda olması beni korkutuyor. İnternette arama yapıyorum, adamla ilgili yüzlerce video ve haberle karşılaşıyorum. Sıradan bile denilemeyecek bir adamın küçük çapta bir mehdiye dönüşmüş olması karşısında ağzım açık kalıyor.

“Ey muharrir!  Bunları bize niye anlatıyorsun? Memleketin, ümmetin bu kadar sorunu varken, Ramazan kapıya dayanmışken bize ne bunlardan!” diyorsan, deme!

Eğer İstanbul’un tarihi camilerinde, iskelesinde, sahilinde, metrosunda, durağında; elinde gâh lokum, gâh çorap, gâh dolma ile genç kızları görmesem bunun bir “yerel sapıklık” olduğunu düşünürdüm ve meseleyi yerel sütunlara havale ederdim. Lakin mesele Ahir Zaman Köyü’nün sınırlarını aşalı çok olmuş. Bizzat kendim defalarca karşılaştığım bu gencecik kızlara, dilimin döndüğünce adamın sahtekârlıklarını anlatmaya çalıştım. Lakin okkalı bir hakaret işitip paçayı zor kurtarabildim. Pes etmedim, “Makbuzsuz yardım topluyorlar” diye zabıtaya şikâyet ettim, kimse oralı olmadı. Üniversite öğrencisi olduklarını söyleyen başörtülü kızlar hem de İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı arasındaki caddede, insanları taciz edercesine bir şeyler satıyorlar. Polisin birine durumu anlattım, “Sana saldırdılar mı?” diye sordu. “Hayır” deyince, “O zaman yapacak bir şey yok, zabıtayı ara” dedi.

Şimdi ey kâri!

Başımıza şer namına her ne geldiyse, geliyorsa ve gelecekse; işte bu ahmaklıklarımız yüzünden geldi, geliyor, gelecek. Bağdat’ta patlayan bombaların da, Suriye’de toprağa düşen masum bedenlerin de, paralel evrende olanların da, istismarların da, toplumda ya da ümmette süregelen ayrışmaların da derinliklerinde yatan asıl sebep budur. Gençlerimizin ateşten kaçar gibi dinden kaçması da, ateşte yanar gibi dinde tükenmesi de bu tavırlar sebebiyledir. Bu büyü, bu adanmış ahmaklık, bu ahmakça adanmışlık… Bunlar bizi helak etti, ediyor, edecek.

Büyüklerin bunu çözmek gibi bir niyeti var mı bilmiyorum. En azından zabıta müdürlüğünün ve emniyet teşkilatının olmadığını görüyorum. Bu manzaralarla karşılaşınca; her gencimize, hakkını verecek hocalardan imam hatip okutmak geliyor içimden. Ya da liselerde -en azından- seçmeli hadis, tefsir, fıkıh usulü dersleri koymak.

Ortaokul 5. sınıftan itibaren de “Sürekli, Çok Zorunlu Mantık” dersi. Lise sona kadar her yıl hem de. Yoksa bizim adam olacağımız yok…