Kadim İslam sanatlarından biri olan “hüsn-i hat” denilince akla gelen ilk isimlerden biri de Hattat Hamid Aytaç’tır. (1891-18 Mayıs 1982) Osmanlı döneminde yetişip Cumhuriyet dönemine erişen son büyük hattat sayılan Aytaç’ın önemini talebesi Hattat Hüsrev Subaşı şöyle anlatır: “Hamid Hoca, Sultan II. Bayezid'den bu tarafa hat sanatının asırlar içerisinde birikmiş, rafine hâle gelmiş büyük Osmanlı birikimini Cumhuriyet nesillerine aktardı. Belki Hamid Hoca olmasaydı bugün biz yeni nesil hattatlardan söz edemeyecektik. Yani bizler ve sonraki nesil olmayacaktı."

Aytaç’ın çocukluk ve ilk gençlik yılları Diyarbakır’da geçti. Burada sıbyan mektebini, askerî rüştiyeyi ve idâdîyi bitirdikten sonra 1908’de yüksek tahsil için İstanbul’a gitti. Bir yıl Mekteb-i Nüvvâb’a (1910’dan sonraki adıyla Mekteb-i Kudât) devam ettikten sonra sanata karşı kabiliyetini gören hocalarının tesiriyle Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ne kaydoldu. Fakat babasının ölümü üzerine geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kaldığından tahsilini tamamlayamadı. Hayatı boyunca geçimini güzel yazıdan (hüsn-i hat) sağladı.

Hattat Hamid Aytaç bir hocanın dizinin dibinde oturup icazet alma geleneğinin aksine kendi çabalarıyla bu alanda kendini geliştirdi. Kendisi daha çok, hat otoriteleriyle mütalaa ve müzakerelerde bulunarak ve eski hattatların yazı örneklerini sabırla ve titizlikle inceleyerek ilerlemiş ve başta celî sülüs olmak üzere sülüs, nesih, celî, ta‘lik ve diğer yazı çeşitlerinde, hatta Latin yazılarında hemen hemen aynı kudrette kalem kullanan bir sanatkâr şahsiyetiyle kendisini sanat çevrelerine kabul ettirmiştir. Bu anlamda İslâm yazı sanatlarına yön veren ve İslâm dünyasının dikkatlerini İstanbul üzerinde toplamayı başaran büyük Türk hattatlarının sonuncusudur.

Aytaç'ın yaklaşık 60 yılının tek göz bir odada yazarak geçtiğini aktaran talebesi Hüsrev Subaşı, "Harf devrimiyle beraber o dönemki bütün hattatlar dükkânlarını kapatmak zorunda kaldılar. Ama Hamid Hoca dükkânın tabelasını değiştirerek hizmetine devam etti. Orası Ankara Caddesinde İstanbul Valiliğinin karşı sırasındaki Reşit Efendi Hanı'nda bulunan bir odaydı. Bu odada uzun yıllar kendisine gelen talebelere hat sanatının inceliklerini öğretmiştir." değerlendirmesinde bulunmuştur.

Hocasının, çok kabiliyetli olduğu için kendisini pek çok dalda yetiştirmiş olduğuna dikkati çeken diğer bir talebesi Savaş Çevik ise şunları anlatmıştır: "Klasik icazetnamesi yok Hamid Hoca’nın, herhangi bir hocadan aldığı bir klasik belgesi yok. Odasında Nazif Efendi'den bir talik kıta duruyordu, 'Bak evladım benim talik hocam budur, Nazif Efendi'nin bu kıtasıdır.' derdi. Ona bakarak talik yazıyı öğrenmiş, öyle bir insan. Meşke gittiğim zamanlar Hoca hep anlatırdı, 'Evladım harf inkılabı oldu, bütün hattatlar Cağaloğlu'nda atölyelerini kapattılar ama ben devam ettim, Latin yazısı yazdım ve o şekilde devam ettim.' diye. Muhteşem bir insandı, ben onun kadar kabiliyetli bir insana rastlayamadım. Allah rahmet eylesin, yeri doldurulamaz bir sanatkâr, Osmanlı'dan Cumhuriyet dönemine intikal etmiş birkaç hattattan bir tanesidir."

Hattat Hamid Aytaç, Harf inkılabı sonrasında bir askerî heyetin kendisine gelerek bazı taleplerde bulunduğunu şöyle anlatır: “Bir askerî heyet geldi, içlerinden bir albay bana yaklaştı ve dedi ki: -Hocam, bu yeni harfleri eski harflerin üslubuna sokamaz mıyız? Dedim ki: -Benim ömrüm kâfi gelmez, şu gördüğünüz yazılar benim yazım değildir. Bunun koca bir tarihi var, taa Devr-i Saadet'den bugüne kadar binlerce zekâ bunun üzerine emek vermiş, tekemmül ede ede bugüne gelmiştir. Bunun üzerinden bu şekil bir tarih geçerse o zaman olabilir." Askerî heyet, bu cevap üzerine sessizce orayı terk etmiştir.

Aytaç’ın iki adet Kuran mushafının yanı sıra Şişli Camii kapısı üzerindeki celî-sülüs aynalı istifi dünyaca ünlüdür. İstanbul Belediyesi Şehir Müzesi'nde kayıtlı celî-sülüs, celî-ta'lik ve celî-divanî yazıları da onun en güzel eserlerindendir. Kur’an cüzü, en‘âm-ı şerif, Yâsîn-i şerif, dua ve evrâd mecmuası, elifbâ türünde yayımlanmış eserleri yanında, hilye, kıta, murakka‘ vb. levha boyutlarında sayısız eseri olup bunların pek çoğu Türk ve dünya koleksiyonlarına girmiştir. Bunların yanı sıra Eyüp Sultan, Söğütlüçeşme, Ankara Kocatepe, Kasımpaşa camileri ile Sirkeci Hobyar Mescidi’ndeki mihrap üstü ve ana kubbe göbeği yazıları; Kadıköy Moda, Kartal, Pendik, Paşabahçe, Fındıklı, Hacıküçük, Çanakkale Çan, Denizli Tavas camileri yazıları, mezar taşlarına hakkedilmiş hatları onun celî yazıdaki dehasını ve kudretini gösterir.

Aytaç'ın öğrencileri arasında Halim Özyazıcı, Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu, Hüsrev Subaşı, Fuat Başar, Ziya Aydın, Ahmet Fatih, Refet Kavukçu ve Yusuf Ergün'ün yanı sıra uluslararası talebelerinden belli başlı isimler olarak da Haşim-i Bağdadi, Yusuf Zennun, Ali Ravi, Mervanü'l-Harbi eş-Şemma el-Halebi, kadın talebeleri arasında ise Musullu Cennet ile Japon Minako yer aldı. Son yıllarını hastalıklar içinde geçiren Aytaç, 18 Mayıs 1982 tarihinde vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilen naaşı daha sonra Şeyh Hamdullah'ın ayakucuna nakledildi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.