Hayat dediğin hastalık gibi… Ve ben, sen, hepimiz bu hastalığa tutulmuş garipleriz. Hani diyorum bir rüyadan uyanır gibi, hastalığın mahmurluğundan ayılır gibi kaldırsak başımızı ve baksak ki halen dahi cennetteyiz. Ne yasak meyveye el uzatmış atamız Âdem, ne dünya denen gaflet âlemine gelmişiz. Cennette, mesela Tuba ağacının dalları altında dalmışız bu uykuya. Başımızı en çok sevdiklerimizin dizlerine yaslamışız, rüyamızda ağlamışız. Kâbuslarda yaşlanmışız.
Sen de çok zaman diyorsun biliyorum, hüzne her boğulduğunda, dertlere tutulduğunda “Yalnızım” diyorsun. Öyle zannediyorsun. Kendini kimsesiz vehmediyorsun. Sana inandırılmış olan yalanı bir kez de sen terennüm ediyorsun. Sana bir sır vereyim kâri; yalnızım dediğinde dahi yalnız değilsin sen. Seninle olan, sende olan, sen olan belki de Biri var hep. Lakin asıl soru şu -ki çok evvel vakitte sorulmuş- sen nerdesin, kimdesin, kiminlesin?
Yalnızlığın acısını biliyorsun, yalnız olmanın onulmaz derdini hissediyorsun bir yerlerde, kimsesiz kalmışlığın can delen kokusunu çekiyorsun genzine ya hani. Ben ve sen yanlış anladık yalnız kalmayı, yalnızlığı. Asıl yalnızlığı söyleyeyim sana; asıl yalnızlıktır ki O’nsuz kalırsın. Hani şimdi yalnızım deyip, beyhude dert çekiyor, kendine dahi yalan söylüyorsun ya, peki ya o vakit neden dua ediyorsun, neden kendi kendine konuşuyorsun, neden yalnız olduğunu sandığın zamanlarda ağlıyorsun? Dedim sana daha evvel dua etmek “Ben kimsesiz, yalnız değilim demektir” diye. En ziyade yalnızım dediğinde, öyle zannettiğinde dua ediyorsun sen de ben gibi değil mi? Mademki dua edecek, sığınacak, yakınacak, yanına varacak Biri var nasıl olur da yalnız kalırsın, nasıl olur da öyle hissedersin, nasıl olur da yalnızım dersin? Şair diyor ya hani, ismini bilmiyorum. İsmini söylemeyecek kadar tevazua bürünmüş, mahlası var ve Rûşenî diyor kendine;
Kimsesiz hiç kimse yok var herkesin bir kimsesi
Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler Kimsesi
Pes ki pes! Yalan mı söylüyor şair, “yalan” de, “kandırıyor kendini ve beni” de. Sen dahi bir kez daha inandır yalnızlığına kendini. Lakin yalnız değilsin ey âdem dedemden kardeşim. Ağladığında gözyaşlarını gören Biri var, konuştuğunda işiten, darda kaldığında yetişen Biri var. Sen doğmadan evvel de yanındaydı, doğduğunda da vardı O. Hani küçücük bir çocukken düşerdin yere de ağlardın ya, yine vardı O, sen büyüdün unuttun belki lakin kimse sana su vermezken, düşünmezken, bilmezken varlığını O vardı ve seninle idi. Unuttun değil mi kâri? Sen de ben gibi unuttun? Yalnızım zannettin hep. Oysa hiç yalnız kalmadın sen? Asla kimsesiz olmadın. “O seni terk etmedi”, sen O’nu unuttun. O kendi nefesinden verdi sana, sen ciğerlerine kelepçe vurdun, nefesini tuttun.
Şimdi ben sorarken kendime en tenha, en karanlık, en ıssız gece vakti “Gerçekten yalnız mıyım şimdi?” diye sen de bir sor! Sor bak, gör ki soru sormak için dahi bir muhataba ihtiyacın var. Hiç düşündün mü neden kendi kendine konuşur insan, ya da gerçekten kendiyle mi konuşur, dua ettiğinde ya da kim işitir onu? Neden kimseye diyemediği sırlarını yalnız olduğunu sandığında söyler, onu kim dinler?
Tanı şimdi kendini kâri. Bir sıyrılsan her şeyden, herkesten ve hatta kendinden… O vakit göreceksin içinde O var, sesinde O var, yanında O var. O vakit sen değişeceksin, dünya değişecek. Hiç yalnızım demeyeceksin o zaman, kimsesizliği hissetmeyeceksin, yalnız ölmeyeceksin kâri, yalnız ölmeyeceksin.
Evvela özü bilmek gerek ki sen kimsin, nesin? O seninle ama sen nerdesin?