Büyük bir yanlışa düşürüldük. Yanılgılara teşne olduk. Maneviyatımıza son yüzyılda çelme takıldığını bile göre, aynı yerden bir kere değil, defalarca düşmeye talip ola ola geçtik. Her geçişimizde yeniden düştük. Her düşüşümüzde bir derin yara aldı inancımız, imanımız. Sancılandık!
Sızlanmalarla ayağa her kalkışımızda, birbirimize bakıp dinimizi en iyi yaşayanın kendimiz olduğunu zannettik. Tam da buydu çelme takanların maksadı. Maksatlarına mağlup olduğumuzu sorgulamak yerine birbirimizin imanını, amelini masaya yatırıp ihlas kontrolüne kalktık!
Hâlbuki mü’min kardeşimizin kalbindeki imanın mihenk taşı biz değildik. İman, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın nezdinde tartılasıydı. Zira Allah, şah damarımızdan yakın, gizli ve aşikâr olanı gören, kalplerimizi en iyi bilendi.
Ezelde “Elestü bi Rabbikum!” sorusunu sorandı. “Rabî Allah!” diyendik. Buna rağmen Yaratıcımızın ayet ayet indirdiği hakikatlere, peygamberimizin “sünnet-i seniyye”sine gözümüzü kapatıp manâ âlemimizi güpegündüz gece eylediğimizi fehmedemedik.
O geceye, modern dünyadan yıldızlar devşirip hakikate körleşerek o suni ışıltıya ram oluverdik.
Sünnet; kanun ve yol demekti oysa… Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) sözü, hal ve takriri, Müslümanlar’ın ittibâında ve dinlemesinde maddi ve manevi pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevaplar, terkinde mühim zararlar bulunan İslamî emirler demekti…
Seniyye ise çok kıymetli, çok mühim ve alî demekti. Biz dünyamızı ve ukbamızı saadete eriştirecek bu kıymetli yolu kulaktan dolma yahut uydurma hadislerle hafife aldık. Ve işte böyle aldandık. Ziyana uğratıldık!
Vahy-i İlâhiyi tahrife güç yetiremeyeceğini bilenler, yol haritamız olan hadisleri tahrif ederek, uydurma hadisler ekleyerek çelme taktı bizlere ve biz ataletin derin uykusundan gözlerimizi araladığımızda, mahmur bakışlarla aslî kaynaklarımıza bakmak yerine kulaktan kulağa oynamayı yeğledik.
Rabbin soracağı soruları birbirimize yöneltme cüretini de işte bu gafletle gösterdik. Özden söze, eylediğimizden ibadete, giyimden kuşama, yemeden içmeye zahir ile hükmedip imanî ve amelî tayinlere yeltendik.
Ve derken; bizi tuzaklarına düşürenler, yetinemeyip birbirimize düşürme gayretiyle siyasi mecrada, muhalif söylemler inancımızı hedef aldı.
Basiret ikram buyuran Rabbe hamd olsun ki, polemikten uzak durma basiretimizle tuzak kuranlar muradına eremedi.
Fakat biten, duran, kaybolup yok olan bir tuzak değil bu olup bitenler. Öyleyse; “Rabbî Allah” diyen ruhlarımızla kelime-i şehadetimizi tazelemek, mana âlemimizin üzerine çöken karanlığı delmek, yenilenmek için kitaba ve sünnete daha sık danışarak, hakikati kuşanarak, bastığımız yeri, yolu yoklayarak, attığımız adımları kollayarak, sözümüzün kayda geçtiğini, kalbimizden geçenin bilindiğini hatırlayarak yol almamız lazım.
İşte bu lüzum üzere bölünüp parçalanmamızı dileyenlere inat, en emin kaynak kitabımıza, el emin olan peygamberimizin hayatına, Allah dostlarının nasihatine kulak vermek gerek…
Ve yaşamak denilen imtihan sürecimizin üzerine çöreklenen karanlığı enerjiden mülhem aydınlatmalarla değil hakikatin o muhteşem parıltısıyla aydınlığa dönüştürme gayretine birlikte düşmek gerek.
Kendimizi siygaya çekip, tazelenmeye niyet etmek gerek.
Sözü önce kendi nefsimize söyleyip hikmetini bölüşmek gerek.
Hassas bir mevzu malum. Birilerinin gaflet ile eylediğini eylemekten Rabbe sığınarak ihlaslı bir yolculuğa talip olmak gerek.
Rabbim esfel-i safilin derecesinden muaf, sırat-i müstakim makamına matuf eylesin cümlemizi. Amin!