Etrafıma bakınca ve insanları anlamaya çalışınca görüyorum ki bunca nimet ve bunca varlığın içinde olduğumuzdan belki de hiçbirini fark edemiyor, göremiyor ve şükredemiyoruz. Bazen bunu anlamakta zorlanıyorum ben. Adam on sene evvel başladığı yerden öyle çok yükselmiş ve öyle çok şeye sahip olmuş ama “bizi ne hale getirdiler” deyip de şikâyetler savuruyor, beğenmiyor.
“Yani? Ne demek istiyorsun?” diye düşünenler olacaktır. Söyleyeyim. Ya da en azından söylemeye çalışayım. Bazı şeylere sabretmek kolay oluyor kâri. Aslında daha doğru söylemek için tahammül etmek kelimesini kullanmalıyım. Zira tahammül ile sabır aynı şeyler değil. Sabrın bir asaleti var, tahammül ise bir yük. Ki “hamal” kelimesiyle aynı kökten gelmesi boşuna değil. Ben, kendimce kadir kıymet bilmeyen, nimetin hatırını gözetmeyenlere en fazla tahammül edebiliyorum. Ve bunun bir adı var elbette; nankörlük…
Nankörlük bence onulmaz ve çaresiz bir illet. Damarına girdi mi insanın öyle kolay kolay bırakıp da gitmiyor. Bütün bir vicdanı köreltiyor ama yetmiyor. Kendine el uzatanı, elinden tutanı, yanında duranı, destek olanı hatta onu kollayıp koruyup doyuranı bile görmüyor gözü insanın. Aslında manası da oradan geliyor. Farsça iki kelimenin birleşmesiyle oluşmuş bir kelime nankör. Nan, ekmek manasına geliyor; kör ne demek zaten oldukça açık. Yani kendine verilen ekmeği görmeyene, bilmeyene nankör deniyor.
Açık söylemek lazım; biz bu son zamanlarda çok zenginleştik. Çok kazandık hem de çok fazla kazandık. Sadece para, mal mülkten bahsetmiyorum. Daha fazlasını kazandık. Ama bu bir imtihansa eğer ve bence elbette bir imtihan, kalmadıysak da bu imtihanda geçer not da olamadık. Ve yine de şikâyetçiyiz.
…
Şimdi durumdan şikâyetçi olanları anlıyorum. Maddi olarak yaşananlar herkesi zorluyor bazen, hatta bazen değil çoğu zaman zorluyor. Topyekûn yaşanan bu sıkıntıları herkes bir şekilde hissediyor. Kabul ediyorum bunu ve elbette ki düzelmesi ve düzenlenmesi için bir şeyler yapılıyordur ve yapılmalıdır da ama “akçe için devletini satmak” kertesine varacak bir hadsizliği bana kim anlatırsa anlatsın anlayamam.
…
Bana biri “Bu memlekette kimin yerinde olmak istemezsin?” dese vallahi “Cumhurbaşkanının yerinde olmak istemem” diye cevap veririm. Bütün bir ömrünü memleketi yönetmek için vereceksin, geceleri uyku uyumayacaksın, iş bilmez adamların yaptıklarının derdini çekeceksin, bir tek kendi memleketinle değil bütün bir dünyayla uğraşacaksın ama bütün bunların yanında sen de insansın. Nasıl bunca gayrete, bunca derde katlanılır, bunca nankörlük ve bunca ihanete nasıl tahammül edilir ve nasıl kırılmaz insanın şevki? Ben olmazdım, yapamazdım.
Sonra hem içerde hem dışarda onlarca düşman, hain, hasid olacak onlara hadlerini bildireceksin. Bilmem dünyanın hangi ucundaki hangi ülkeden gelecek, gelir gelmez memleketin derdiyle bir başka yere gidecek, o biter bitmez dünyanın başka bir ucuna gidip çırpınacaksın. Ve anlamayacaklar. Yani şöyle derdini çektiğin, onlar için çırpındığın insanlar sana nankörlük edecekler ve bunun adına siyaset diyeceğiz öyle mi?
Erbakan hoca şöyle derdi: Hadi ordan!