İnsanın yaşadığı ortama ayak uydurması, etkili olabilmesi ve dinamik kalabilmesi için adaptasyon – bütünleşme önemlidir. Biz farkına varmadan bir şeylere sürekli uyum sağlıyoruz.

İnsan ailesiyle, arkadaş çevresiyle, işi, eşi veya farklı herhangi bir elektronik ürün ile bir kaynaşma ve adapte olma süreci oluyor. İlk başlarda insanlar adapte olmak istedikleri şeyler için mücadele edip, uğraşırlar. Bu uğraş ilk başlarda onlara inanılmaz keyifli gelir, ancak bir süre sonra artık keyif almama durumu ortaya çıkmaya başlar. Hatta bir süre sonra bazıları pişman olur, “bu kadar uğraştığım şey aslında çok önemsiz ve sıradanmış” der.

Hepimizde “biraz biraz” vardır bundan. Telefonumuzu ilk aldığımızda gösterdiğimiz hassasiyet ve bize verdiği keyif, bir süre sonra kaybolup gidiyor. Bu insan ilişkilerinde de devreye giriyor. Bu “erkekle” veya bu “kadınla” çok mutlu olurum diye düşünen insanlar, bir süre sonra hislerin azalmasıyla sıradanlaşıyorlar.

Çabuk tüketiyoruz ve her şey “çok” olursa “çok mutlu” olunacağını “ zannediyoruz”.

Garip olan nokta ise; aslında çok zengin olan insanlarla, çok fakir olan insanların mutluluk seviyeleri birbirlerine çok yakın olması. Yani neye sahip olursan ol mutluluk seviyelerinde iniş – çıkışlar çok ciddi farklılıklar oluşturmuyor.

Çünkü neye sahip olursan ol, bir süre sonra “ anlamını yitiriyor ve eski yerine geri geliyorsun”. Aynı adam aynı kadın kalıyorsun.

Ben bunu biraz “zıplamaya” benziyorum. İnsan tutar nefesini zıplar yukarı, duvarın arkasındaki manzarayı azıcık görür ve tekrar düşer olduğu yere. Bu zıplayışlarda gördüğümüz kısa görüntülerin adı “mutluluktur”. Ne kadar çok görmek istiyorsan o derece çok zıplamak gerekir.

Eğer bizler yaşadığımız hayatın farkına varırsak daha az hayal kırıklığı yaşarız. Yaşadığımız ana odaklanarak yaşamdan daha fazla keyif alabilir ve sürekli duvarın arkasındaki manzarayı görmek için, zıplamak zorunda kalmayız.

Tatmin olmayan insan “ama” der, itiraz eder. Çünkü şartları iyidir, beklentileri artmıştır, “Benim daha çok bunu yaşamam gerek, ben bunu hak ediyorum gibi cümleler” kurar. Artan beklentiler gün geçtikçe insanı daha çok mutsuzluğa iter.

İnsan yaradılışı gereği sürekli bir değişim içerisindedir. İç dünyası da çok zor bir dengede durur. Akşam olur ayrıdır, sabah kalkar farklıdır insan. Acıkır farklıdır, doyar farklıdır. Yüzlerce ayrı duygu ile donatılmış, tarifi ve tanımı yapılamayacak kadar derin canlılarız. Bir yerimiz eksik kalsa bütün dengelerimizi bozuyor. Şefkat, Sevgi, Merhamet, Güven, Yalnız kalmama, Önemli olma, Anne – Baba, Kadın, Erkek gibi sayısız şeylere ihtiyaç duyuyoruz. Bunların birisi olmadığında, insan eksik kalıyor. Bedenimizdeki hormonlardan yani “sıvılardan” birisi fazla ya da az olsa “biz” olamıyoruz. O derece ayarlarının tam olması gereken varlıklarız. Bu koşullarda sadece beklentilerini “sahip olduğu güçle” kazanacağına inanan insanların, beklentilerinin sonunda bir şeylere sahip olabilen ancak mutlu olamayan insanlar sonucunu doğuracağını anlamakta zor olmasa gerek.

Ondan ne diyoruz: Azbeklenti, çok mutluluk…

Ufuk Demiray…

VEDA CÜMLESİ…

Eğer sırf çalışmak için çalışıyor, evlenmek için evleniyor, yaşamak için yaşıyorsanız, sıradanlık çukurundan hiçbir zaman kurtulamazsınız.

Ve keyif almazsınız.

Yapay çiçekleri koklamaya çalışan şehir insanı çaresizliği yaşarsınız.

Lezzeti görüntüde, kabukta arayan insan durumuna düşersiniz.

Cevizi kabuktan ibaret sanıp, özüne inemezsiniz.