Günümüz toplumları, istisnai durumlar dışında, bilgi yönünden dinamik bir yapıya sahiptir. Bu dinamizm gerek bireysel gerekse de toplumsal hafızanın şekillenmesinde önemlidir. Zira zaman içerisinde bu dinamizm sayesinde bireysel ve toplumsal hafıza kısmen veya tümden değişime uğrayabilir. Söz konusu değişim, toplumsal ve siyasi olaylara yeni bir bakış açısının meydana gelmesine ve o olay üzerinde var olan yerleşik bilgi ve düşüncenin değişimine yol açarak bu dönüşümü gerçekleştirir. Daha çok, toplumsal kırılma dönemlerinde ortaya çıkan bu değişim, yeni tanımlamalar ve kavramlarla olaylar üzerinde oluşan zihinsel imgeyi süreç içerisinde yeniden inşa etme imkânına kavuşur. Dolayısıyla kavramlar, toplumsal değişimin ve dönüşümün önemli itici güçlerinden biridir.
Bu nedenle kavramlar çok önemlidir ve gelişigüzel kullanımından ciddiyetle kaçınılmalıdır. Zira insanlar, kavramlarla düşünür. Onlar aracılığıyla bir olay üzerine yoğunlaşır, derinleşir ve bir yargıya ulaşır. Genel ve soyut düşüncesini kavramlar yoluyla oluşturur ve bu sayede bir bakış açısına kavuşur. Bunları vurgulamamın üç nedeni bulunmaktadır: İlki, “insanların zihnine hükmeden milletlere hükmeder” kuralıdır. Bu kuralın başarıya ulaşmasında kavramlar önemli araçlardır. İkincisi, “her bilgi, insanı hakikate ulaştırmaz” kuralıdır. Geçmişten günümüze birçok bilginin bir propagandaya hizmet etmek maksadıyla tasarlanıp üretildiği gözden kaçırılmamalıdır. Üçüncüsü ise, Türkiye’de bu konunun ihmal edilmiş olduğudur.
Tüm bu ifadeler iki örnek üzerinden basitçe anlatılabilir. Birinci örnek, Kudüs/Filistin meselesidir. Tarihsel süreç içerisinde bu konu; İngiltere Mandası, Arap-Yahudi çatışması, Arap-İsrail sorunu, İsrail-Filistin problemi, İsrail-Hamas/El Fetih mücadelesi gibi başlıklar altında uluslararası kamuoyuna sunulmuştur. Görüleceği üzere, genelden özele doğru bir ilerleyiş veya daralma söz konusudur. İnsanlığın ortak bir meselesi, zaman içerisinde İsrail’in bir iç meselesine hatta bir terör sorununa dönüştürülmeye çalışılmıştır. İsrail’in Kudüs kararı, bu noktada, toplumsal hafızanın görece gerçeklik oluşturması bağlamında ve yeniden şekillendirilmesinde önemli bir kırılma yaratmıştır.
İkinci örnek Ermeni meselesidir. Tarihsel bağlamı bir kenara bırakalım. “Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları” zihinlere “soykırım” sözcüğünü inceden inceye işlemekte ve insanların bu durumu içselleştirmesinde aracı rolü oynamaktadır. Buradaki “sözde” kelimesinin hiçbir kurtarıcı tarafı bulunmamaktadır. Bu iddiadaki ana vurgu, düşünceye asıl yön veren ve şekillendiren “soykırım” üzerinedir. Fark edileceği üzere, soykırım ile Ermeni kelimeleri yan yana getirilerek, Ermeni meselesine Türk ve dünya kamuoyunda yeni bir siyasal ve sosyolojik boyut kazandırılmaya ve böylece kamuoyu hakikatten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Kısaca her iki örnekte de kavramsal bir mücadele vardır ve bu mücadelede okullar ve kitle iletişim araçları yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Kalem ile silah arasındaki mücadelenin galibi, şüphesiz kalemdir. Bilhassa içinde yaşanılan iletişim çağında kalemin gücünün sınırsız olabileceği herkes tarafından müşahede edilmektedir. Hal böyleyken, güç sahipleri sadece etkili silahlara sahip olanlar ya da büyük bir ekonomiyi yönetenler olarak tarif edilemez. Yalnızca kalemi yönetenlerin gücü mutlaktır. Demek ki güç, kalemi kontrol etmektir. Diğerlerinin gücünün dönemsel ve geçici olduğunu tarih zaten yazmıştır.