Geçtiğimiz günlerde bana oldukça düşündürücü bir soru yöneltildi: “Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamber olduğunu ispat edebilir misiniz? Diğer inançlarda hiç değilse resimler, tablolar, figürler var…

Bu soru aslında birçok derin anlamı ve niyeti barındırıyor. Peki, böyle bir soruya nasıl yanıt vermeli?

Öncelikle, “İslam’ın resim, tablo veya figür gibi somut objeler üzerinden değil, doğrudan insan aklına ve kalbine hitap eden bir yol izlediğini” hatırlatmak gerek. Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamber olduğunun en büyük delili, “Kur’an’ın ta kendisi”dir. Kur’an, insanlara saadet bahşeden bir rehberdir ve bu rehber, asırlardır felsefenin çözmekte zorlandığı soruların cevabını açık bir şekilde ortaya koymuştur. “Felsefenin bocaladığı, insan aklının yetmediği sorular, Peygamberimizin elinde bulunan mucizeli Kur’an ile âdeta ayyuka çıkmıştır.

Ancak bu noktada bir adım geri atıp şunu sormak gerekir: “Bir peygamberin peygamberliğini ispat etmek için gerçekten somut delillere mi ihtiyaç duyarız?” Yeryüzünün yarısı, insanların beşte biri, Hz. Muhammed’e (a.s.m) tabi olmuşsa ve onun manevi saltanatı tam 1446 yıldır dimdik ayaktaysa, burada bir durup düşünmek gerekir. “Bu kadar insan yanılıyor olabilir mi?” İslam’ın evrensel mesajı, sadece inananları değil, tüm insanlığı etkileyen bir güç olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bu, onun peygamber olduğunu göstermez mi?

Somut deliller arayanlar için ise “Tevrat, İncil ve Zebur’da Hz. Muhammed’e (a.s.m) dair tam 114 işaret bulunuyor.” Bu işaretler, tarih boyunca birçok âlim tarafından araştırılmış, toplanmış ve yorumlanmıştır. Hüseyin-i Cisri adlı bir ilim adamı, bu işaretleri tek tek tespit etmiş ve “Risale-i Hamidiyye” adını verdiği bir kitapta bir araya getirmiştir. Hani, “arayan bulur” derler ya, işte bu noktada gerçekten de aramak ve bulmak gerek.

Ancak, asıl mesele burada: “Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberliğini ispatlamak için en büyük delil, her daim yanımızda olan Kur’an-ı Kerim’dir.” Görmeden inanmak, somut delillerin ötesine geçmek, insanın ruh ve akıl boyutlarında ulaştığı en yüksek mertebelerden biridir. Diğer deliller mi? Onlar zaten bu büyük hakikatin yanında birer detaydan ibaret.

İNSAN: KÂİNAT AĞACININ EN CEMİYETLİ VE EN KIYMETLİ MEYVESİ

İnsan nedir? İnsan, şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir.” Yani Allah, alemi âdeta bir ağaç gibi yaratmıştır. O ağacın kökü yukarıda, dalları ise aşağıdadır. Unsurlar, dalları; yapraklar, nebatat; çiçekler, hayvanları; meyveler ise bir nevi insanı temsil eder. “Bütün ağaç meyve için çalışır. Ve meyvenin içindeki tohum, bütün ağacın ruh programını içinde taşır.” Dolayısıyla “insan da şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir.

Bu meyve, bütün kâinatın özünü içinde taşır. “İnsan, kâinatın hülasası olduğu gibi, tüm kâinatı özünde barındırır.” Mesela, “âlemde Lehv-i Mahfuz vardır, insanda hafıza. Âlemde Âlem-i Misal vardır, insanda hayal. Âlemde Kürsi makamı vardır, insanda akıl. Alemde Arş vardır, insanda kalp. Âlemde güneş vardır, insanda göz. Âlemde tatlar ve lezzetler vardır, insanda dil. Âlemde güzel kokular vardır, insanda burun. Âlemde sesler vardır, insanda kulak. Âlemde bitkiler vardır, insanda tüyler. Âlemde fabrikalar vardır, insanda mide. Âlemde nehirler vardır, insanda ise damar içindeki kan.

Demek ki insan, âlemin küçük bir prototipi olduğu gibi, âlem kadar kıymetlidir.

İNSAN ANLAMAK İÇİN OKUR, YAŞAMAK İÇİN ANLAR… AMA ANLAMADAN OKUYANLARI DA GÖRDÜK!

İnsan, anlamak için okur ve yaşamak için anlar.” Peki, “anlamadan okuyanları siz hiç gördünüz mü? Ben gördüm!” Hem de “anlamamayı bir marifet zannedenleri!” Düşünebiliyor musunuz? Sayfalarca okuyor, cümleleri hızla tüketiyor ama “neyi okuduğunu, neye baktığını anlamadan!” Ne garip bir dünya değil mi?

Anlamak bir kenara, anlamamayı başarı sanan bu kişiler,” sanki bir yarışa girmiş gibi, cümlelerin üzerinden geçip gidiyorlar, sanki her satırda bir hazine varmış da kendileri dışında herkes bu hazineyi bulmaya çalışıyor! Ama işin aslı, “onlar o satırların altında neyin saklı olduğunu fark bile etmiyorlar”. Garip, çok garip…

Selam ve dua ile…

Fiemanillah