Baş döndüren bir hızla kısmen yararlandığımız kısmen de maruz kaldığımız bir teknolojik dönüşümün peşinden sürükleniyoruz. Evet, bir yandan teknolojinin nimetlerinden alabildiğince istifade ediyor, diğer yandan ona “maruz” kalıyoruz. Yaşanan bilişim devriminin sağladığı fırsat ve imkânlar kırk elli yıl öncesinde ancak hayal mahsulü olarak nitelendiriliyordu. Uçuk bilim-kurgu filmleri, uzayda kablosuz görüntülü görüşmeyi haberleşmede hayal gücünün varabileceği en uç örnek olarak sunuyordu. Bugün, uydu bağlantılı GSM operatörlerinin üzerinden avuçlarımız arasındaki cep telefonları aracılığıyla bilgi, belge, fotoğraf, görüntü ve ses dosyaları kolaylıkla transfer edilmesi ulaşılamayacak bir gelişme olarak görülüyordu.

Bizzat bir yaşadığım örnekle, Türkiye-Kanada arasında 20 gün içinde tamamlayabileceğiniz akademik bir yazışmayı, artık dakikalara sığdıran e-posta imkânı bile son yirmi beş yılda gelinen noktayı özetlemeye yeter.

En basit yazışma programlarında bile otomatik düzeltme yapan, sesi yazıya dönüştüren, konuşmayı anında diğer bir dile çevirebilen programlar ile arama motorlarının gün geçtikçe gelişen ve birçok dilden karşılıklı çeviri yapabilen programları “yapay zekaya” doğru ilerleyen gelişmeleri işaret ediyor.

Daha önce bu köşeden dikkat çektiğim “yapay zeka” gelişmeleri ve bizim henüz yakalayamadığımız “Sanayi 4.0” yerine, yapay zekayı içeren “Sanayi 5.0” aşamaları insan ile makine/araç arasında ne tür çakışma, çatışma ve kesişme alanları çıkabileceği şimdilik bizler için meçhul; ancak kestirilemez de değil.

İşte tam da bu noktada, bilişim araçları gün be gün iç içe geçen hayatımız ve bir anlamda yaşanan bu büyük kuşatmanın bugünden yarına nelere yol açabileceğini düşünmek gerekiyor. Bu kaçınılmaz gelişmenin göz ardı edilmesi mümkün olmadığı gibi sele kapılarak mutlak bir teslimiyet sergilemek de insanlığın geleceği açısından büyük riskleri içerisinde barındırıyor. Açıkçası, bir korku atmosferi oluşturmadan bir durum tespiti yapmakta fayda olduğu düşüncesindeyim.

Her şeyden önce bizim ve çocuklarımızın bilgisayar aracılığıyla maruz kaldığı risk her nedense yeterince ciddi alınmıyor. İyi bir gözlemciyseniz gençler ve çocukların sabır ve tahammül marjlarının daha düşük olması, daha çabuk öfkelenmeleri ve eski kuşaklara göre minimum bir sosyal çevre temasıyla yetinmeleri, daha dar ve içine kapanık bir hayatı yaygın olarak tercih ettiklerini görebiliriz. Bu, kesinlikle onların suçu değil. Cep telefonları ve internet üzerinden sunulanlar sınırsız, bitmeyen ve sürekli yenilenen bir cazibe alanı… “İnternet Hukuku” dersleri vermiş bir akademisyen olarak Türkiye’de pek bilinmese de Avrupa Birliği’ne üye devletlerin internet yayınları üzerinde belirli konularda sınırlayıcı düzenlemelerinin ve ciddi denetimlerinin olduğunu söylemek gerekir. Avrupa Ülkeleri Sınırötesi Televizyon Yayıncılığı anlaşmasıyla aynı mantık ve felsefe üzerinden terör, şiddete kışkırtma, pornografi ve uyuşturucu ticareti gibi temel dört alanda denetim ve yasaklamalar olduğu biliniyor. Bir de korumasız üçüncü dünya ülkeleri var ki bu ülkelerde internet üzerinden hiçbir sınır tanımaksızın gençler ve toplum tehdide açık kalır. Bunun genel sağlık, toplum psikolojisi, kişilerin ruh sağlığı, kültürel yozlaşma gibi konularda nelere mal olabildiği yurt dışında yapılan binlerce araştırmanın konusu olmuştur.

Şimdi de bambaşka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Her gün hızı daha da artan bilgisayarların günde birkaç saatten fazla kullanılması halinde ortaya çıkan bazı yan etkilerine dikkat çekmek istiyorum. Bir doktor arkadaşımın araştırmalara dayanarak söylediği önemli bir bulguya göre iki yıl süre ile günde altı saat bilgisayar oyunlarıyla vakit geçiren bir çocuğun beyin korteksi MR’da (emar) görülebilir derecede incelmekte hâlbuki beyin korteksi bizi bir timsah beyninde ayıran üçüncü tabakayı oluşturur. Merhamet, sevgi, acıma, aşk, planlama gibi insani özelliklerimiz bu tabakada gerçekleşir.

Şimdi de önemli olduğunu düşündüğüm bir gözlemimi aktarıyorum: Bir bilgisayar oyununda sadece fare ve klavye hareketleriyle bir dakika içinde 20 kişiyi öldüren ve ayrıntılarıyla gerçeğe çok yakın görüntüleri olan bir oyunun etki boyutu nerelere varabileceğini düşünmek gerek. ABD’deki okullarda yaşanan toplu cinayetlerin faillerinin çoğunluğunun ortak bir özelliği var: Verilere göre bunlar çoğunlukla, şiddet içerikli oyun bağımlısı olan çocuk ve gençlerden oluşuyor.

İkinci olarak parmak uçlarıyla dokunacak kadar yorulan, hayal ve düşüncelerini bilgisayar ortamında yaşayan; cenneti bulduğunu düşünen bir insan gerçek hayatının oldukça yavaş ilerleyen hızına ne kadar ayak uydurabilir? Gerçek hayatta bin bir emek ve zahmetle sonuçlandırılabileceği iş ve süreçlerden sanal ortamdaki gibi tat alabilir, hızlıca sonuçlandırabilir ve mutlu olabilir mi?

İşte, sanal dünyanın insan zihnini gerçeklikten kopartan bu hızı, başlı başına bir zihin ve kişilik bölünmesi doğurabilir. En masum görünen oyunların bile aşırı hız, ışık kirliliği ve çocukların beynine gönderdiği ışık, renk ve ses uyarıcıları zihni gereksizce doldurmakla kalmayıp foto-epilepsi tarzı hastalıklara da yol açabildiğini uzmanlar ifade ediyorlar.

Umursanmayan diğer bir riske daha dikkat çekmek istiyorum. Gençlerin bir bilgisayar oyununda da olsa sürekli insan öldürmeleri ve ayrıca başka devletlerin askeri üniformalarıyla, onların belirlediği düşman tanımlamasına göre insan avına çıkmalarının zihin ve ruh dünyalarını nasıl şekillendirebileceği/kirletebileceği ciddi bir konu. Son olarak milyonlarca gencin elinde bu tür oyunların ücretsiz olarak nasıl da dolaştığı hususu, dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta. Fakat bilgisayar oyunları işin bizim gözlemlediğimiz küçük bir kısmını oluşturuyor.

İnsan ile bilgisayar arasındaki temasları bugüne dek yaşadık ve yakinen biliyoruz. İnsan ve yapay zekâ temasını ise alt seviye örnekleriyle biliyor ve izliyoruz. Bir sonraki aşamada ise, yapay zekânın sayı ve nitelik olarak katlanarak güçleneceği bir ortamda, bu gelişmenin insan zihni ve psikolojisine neler getirip götüreceğini ise şimdilik sadece tahmin edebiliyoruz.