Öncelikle sizlere iki farklı tarihte yaşadığım iki farklı olayı, iki çocuğun hikâyesini anlatayım.

Tarih: 23 Ocak 2OO9

Bin üçyüze yakın Filistinlinin hayatını kaybettiği Gazze savaşı birkaç gün önce sona ermiş. Fotoğraf çekmek ve insanlarla sohbet etmek için Gazze sokaklarında tek başıma dolaşıyorum. Bir ara gözlerim kumlar üzerinde neşeyle oynayan bir grup çocuğa takılıyor. Çocuklara doğru yöneliyorum ve fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıyorum.

Tam bu sırada 4-5 yaşlarındaki bir kız çocuğu ile göz göze geliyoruz. Yüzü korkudan sapsarı kesilen çocuk birdenÜmmiyÜmmiy “Anne Anne!” diye bağırarak koşmaya başlıyor. Küçük kız koşarken iki kulağını da parmaklarıyla kapatmaya çalışıyor. Öyle hızlı koşuyor ki bir süre sonra terlikleri ayağından fırlıyor. Ben fotoğraf makinemi geri çantamın içineyerleştirmeye çalışırken küçük kız Gazze’nin daracık sokaklarında kayboluyor.

10-15 saniye olduğum yerde donup kalıyorum. Küçük kızın günlerce süren bombardımanın ve kurşun seslerinin etkisiyle fotoğraf makinemi silah sandığını ve o berbat sesleri bir daha duymamak için kulaklarını kapadığını fark ediyorum.

Kendimi toparlayıp küçük kızın arkadaşlarına doğru yöneliyorum. Makinemi oynamaları için çocuklara veriyorum, onlar da birbirlerinin resimlerini çekerek eğleniyorlar. Dakikalar geçtikten sonra o küçük kız sokağın başında tekrar görünüyor. Ürkek bakışlarla yanıma doğru geliyor. İsminin Hena olduğunu öğrendiğim küçük kızla bir süre oynuyoruz. Fotoğraf makinemi silah sanıp korkuya kapılan Gazzeli küçük Hena’nın o korku dolu bakışları hala daha zaman zaman gözümün önüne geliyor.

Tarih: 23 Nisan 2010

O zamanlar Kuds el Arabiya gazetesinin şu an ise Diriliş Postası’nınyazarlarından Filistinli EymenHalid’le birlikte Mavi Marmara hareket etmeden önce Anadolu’yu adım adım geziyoruz. Katıldığımız panel, konferans, radyo ve televizyon programlarında Anadolu halkını bu tarihi sefere destek olmaya çağırıyoruz. Bolu, Konya, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş’tan sonra Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesindeyiz. Gölbaşı’nın Karaburun köyüne sabah kahvaltısına davet ediliyoruz. Bizi evine davet eden kişi ise Karaburun köyünün imamı Fadıl Akkuş… Biz de davete icap ediyoruz ve hem sabah kahvaltısı yapmak hem de köylülere Mavi Marmara’yı anlatmak için Karaburun köyüne gidiyoruz.

Taptaze köy yumurtası, çökelek, peynir ve birbirinden güzel reçel ve böreklerle sabah kahvaltısını yapıp mis gibi köy havasını içimize çekiyoruz. Köylülere Gazze’yi, Gazze’ye denizden yapacağımız seferi anlatırken birden Fadıl Bey’in küçük oğlu Ahmet Salih elindeki şeker torbasıyla kapıdan içeri giriyor. 4-5 yaşlarındaki Ahmet Salih yanıma yaklaşarak; “Abi, bu şekerleri Filistin’den gelen bu amcaya ver de Gazze’ye götürsün. Bu şeker torbasını Mavi Marmara ile Gazze’deki çocuklara götürün.” diyor.

Evlerine Filis¬tin’den misafirlerin geleceğini duyan küçük Ahmet sabahleyin erkenden kalkıp evden aldığı bir torbayla köyü dolaşıp köylülerden Gazze’ye gönderilmek üzere şeker toplamış. Bunu öğrenen EymenHalid bir taraftan Ahmet Salih’i seviyor diğer taraftan da gözyaşlarını bizden saklamaya çalışıyor.

Küçük Ahmet Salih’in bu güzel duyarlılığına şahit olan EymenHalid artık saklayamadığı gözyaşlarını silerek şunları söylüyor:“Filistin sevgisi, Kudüs aşkı Anadolu’daki her eve girmiş. Filistinlilere bundan sonra müjdeli haberler vereceğim ve onlara, Türkiye halkı Filistin’i asla sahipsiz bırakmayacak. Selahaddin Eyyubi’nin, Abdülhamid’in torunları Kudüs’e dönmeye başladılar diyeceğim.”

Şimdi, bu iki olayı niçin mi anlattım? Söyleyeyim. Çünkü Abdulhamid Han’ın torunları olan Türklerle Selahaddin Eyyubi’nin torunu olan Kürtlerin Gazzeli, Şamlı, ArakanlıHenalar için yapacakları daha çok iş var. Bundan dolayı vakit fitnecilere gereken dersi verip safları sıklaştırma vakti. Türk, Kürt, Arap gençleri omuz omuza vererek İslam’ın aydınlığında tüm dünyaya iyiliği, kardeşliği, barışı, merhameti, nezaketi, adaleti, asaleti tekrar taşıyabiliriz. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, lütfen siz de inanın.