Hayatım boyunca kendimi sadece Refah Partisi döneminde bir partili olarak hissettim. Refah Partisi beni gerçekten heyecanlandırıyor, Türkiye ve âlem-i İslâm’ın sorunlarının çözümünde Refah Partisi iktidarının büyük bir rol alacağını düşünüyordum.
Refah Partisi benim için sıradan bir parti değildi; bir dava partisiydi. Refah Partililer de sıradan bir partinin üyeleri değil; bir davanın neferleriydi. Milli Görüş kadroları yeryüzüne İslâm’ı, adaleti hâkim kılacaklar; ezilenler, mazlumlar Milli Görüş’le iktidara gelecekti.
Bizim memlekette, Samsun-Çarşamba’da, davamızı anlatmak, Refah Partisi’ne oy istemek için girmediğimiz meyhane, birahane, kahvehane kalmamıştı. Çarşamba’da her zaman en çok bayrağı Refah Partililer asar, en düzenli konvoyları Refah Partililer organize ederdi. Ev sohbetleri, mitingler, konferanslar, gece-gündüz süren koşturmalar. Elimizden düşürmediğimiz Şevki Yılmaz’ın konferans kasetleri, sırf seçimde çalışmak için Avrupa’dan gelen gurbetçi Milli Görüşçüler, bir de tüm zamanların en güzel seçim müziği olan “Refahın Vakti Geldi” marşı.
Refah Partisi’nin kapatıldığı gün ise hayatımın en berbat günlerinden biriydi. İtiraf edeyim; ben de o gün birçok Refah Partili gibi gizli gizli gözyaşı döktüm ve Erbakan Hoca’dan gelecek işareti bekledim.
Bugün ise herhangi bir partinin üyesi değilim ve kendimi partili olarak da görmüyorum. Hiçbir parti beni Refah Partisi kadar heyecanlandırmıyor. Fakat dün Erbakan Hoca’yı nasıl bir davaya hizmet ettiğini düşünüp sevdiysem bugün de Tayyip Erdoğan’ı, Ahmet Davutoğlu’nu aynı nedenlerden ötürü seviyorum. Herkes gibi benim de AK Parti’ye kızdığım noktalar ve eleştirilerim var. Fakat içinden geçtiğimiz günlerin bu eleştirileri dile getirme günleri olduğunu düşünmüyorum. 1 Kasım’dan sonra ise AK Parti’nin usulünce eleştirilmesi gerektiğini; çünkü bu hareketin tüm zaaf ve eksiklerine rağmen hem Türkiye’nin hem de âlem-i İslâm’ın geleceği için önemli bir hareket olacağını ümit ediyorum.
1 Kasım’da AK Parti’ye oy vermenin benim için en önemli anlamı ise Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak. İşte Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak, AK Parti’ye oy vermek için benim 10 nedenim:
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; Esed’e karşı Suriyeli mazlumların, Sisi diktatörlüğüne karşı Mursi ve arkadaşlarının, İsrail işgaline karşı Filistin intifadasının, Hamas’ın yanında olmak demektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; 7 Haziran sonrası “2. Selahaddin’i durdurduk” manşeti atan Batılıların sevinçlerini kursaklarında bırakmaktır.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; Suriyeli mültecilere sahip çıkmak, ümmet-i Muhammed’in Türkiye’ye dair umut ve dualarının sürmesi demektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; Müslümanlar olarak kazandığımız mevzileri korumak, kazanacağımız yeni mevzilerle de yolumuza devam etmektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; Salih Mirzabeyoğlu ile başlayan 28 Şubat mağdurlarının özgürleşmesi sürecinin sürmesidir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; İsrail’i otorite olarak kabul edenlere iyi bir ders vermek, hepsine birden sağlam bir Osmanlı tokadı atmak demektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; İmam Hatiplerin kapatıldığı, başörtülülerin coplandığı 28 Şubat günlerine tekrar dönmemektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; başta PKK olmak üzere Türkiye düşmanı örgütlere karşı en etkili şekilde mücadele etmektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; Yerli Sanayi Devrimi’nin hız kesmeden devam etmesi, IMF’den borç aldığımız günlere tekrar dönmemektir.
– 1 Kasım’da Erdoğan ve Davutoğlu ile omuz omuza olmak; yeniden büyük Türkiye ve yeniden büyük âlem-i İslâm için dur durak bilmeden ileri doğru yürümektir.