Arap Baharı’nı tetikleyen en önemli etmenlerden biri de Türkiye’nin bölge halklarına rol model olmasıydı. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte bölge halkları tıpkı Türkiye halkı gibi hem İslam’ı yaşayabileceklerine hem de özgür olabileceklerine daha fazla inandılar. Türkiye’nin yakmış olduğu özgürlük ateşi Arap gençlerini her geçen gün daha da heyecanlandırdı. Biz de Türkiye gibi olabiliriz umudu, Buazizi’nin kendini yakmasıyla birlikte önü alınmaz bir hürriyet mücadelesine dönüştü. Bu hürriyet isyanı çeşitli aşamalardan geçse, çeşitli engellerle karşılaşsa da dur durak bilmeden bugün de devam ediyor.
Aslında şu an bölgede iki ana kamp var. Bu kamplardan ilki Türkiye’nin temsil ettiği, hürriyet, adalet ve esenlik kampı… Diğeri de emperyalist güçler tarafından zorla ayakta tutulmaya çalışılan diktatörlerin esaret, baskı ve zulüm kampı… Arap Baharı’nın başından itibaren bu iki kampın mücadelesi, kavgası kıran kırana devam ediyor. Kimi zaman biz kazanıyoruz kimi zaman da onlar… Örneğin Mursi, Mısır’ın başına geçtiğinde biz kazanmıştık; Mursi devrilip Sisi iktidara gelince onlar kazandılar. Tunus’ta Nahda iktidara gelince biz kazandık; fakat Nahda iktidardan devrilince onlar kazandılar. 7 Haziran seçimlerinde onlar kazanır gibi oldular; fakat 1 Kasım’da biz kazandık. Hatta 1 Kasım’da kaybettiğimiz bütün mevzileri geri almak için tarihi bir zafer elde ettik.
Mazlumlarla zalimlerin, diktatörlerle özgürlük âşıklarının, iyilerle kötülerin, Türkiye ile Türkiye düşmanlarının mücadele ettikleri, savaştıkları en önemli cephelerimizden biri de Suriye cephemizdir. Suriye’de elde edeceğimiz bir zafer, tüm bölgenin geleceğini belirleyeceği gibi Türkiye’nin de geleceğini belirleyecektir. Eğer Suriyeli mutedil devrimcilerin başlattıkları hürriyet mücadelesi zaferle taçlanırsa Arap Baharı yeni bir sürece girecek, kaybettiğimiz mevzileri kısa zamanda teker teker geri alacağız ve Türkiye bölgesel lider, küresel güç olma yolunda daha emin adımlarla ilerleyecektir. İşte o zaman Türkiye’nin yükselttiği “dünya beşten büyüktür” itirazı daha bir anlam bulacak, hayalini kurduğumuz yeni dünyanın kapıları da açılmaya başlayacaktır. Suriye bu kapıyı açacak yegane anahtardır.
Kavgaya, mücadeleye girdiğinizde bir kez tereddüt ettiğiniz veya sendelediğiniz an kaybetmeye başlarsınız. Türkiye uzun zamandır bir kavganın içindedir. Hatta bu kavganın merkezindedir. Ya bu kavgayı, mücadeleyi kazanıp yeni bir âlem-i İslam, yeni bir dünya kuracağız. Ya da geçmişte olduğu gibi tekrar mevzilerimize çekilip tarihe, insanlığa sözü olmayan, özne değil; nesne olan bir ülke olacağız. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi “Ya olacağız ya da öleceğiz.” Ölüm sadece fiziksel bir durum değildir. Türkiye tarihin, coğrafyanın, mazlumların kendine yüklediği misyonu yerine getirmediğinde ölü, anlamı olmayan bir ülkedir. Tarihi misyonunu yerine getirdiğinde ise bir esenlik yurduna; vicdanın, insanlığın adasına dönüşür.
Bundan dolayı Humus, Halep, İdlip, Türkmen Dağı düştüğünde aslında İstanbul, Bursa, Konya düşmüş demektir. Buralarda elde edilecek zaferler ise, Anadolu’nun zaferidir. Bugün zalimlere karşı verdiğimiz şanlı mücadelenin merkez üssü Türkmen Dağı’dır. Türkmen Dağı vatan toprağıdır ve en az Ankara, Samsun, Erzurum kadar Türkiye’dir. Türkmen mücahitler de tıpkı Mehmetçik gibi bizim ordumuz, Ümmet-i Muhammed’in onurudur. Her ne olursa olsun o dağ düşmemeli. O dağ düşerse bilin ki Türkiye de düşmüş demektir. Eğer Türkmen Dağı düştüyse geri almaktan başka bir yolumuz yoktur. Çünkü Türkmen Dağı’nın, Suriye’nin Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda Türkiye’nin de Kurtuluş Savaşı’dır.