Gazze Savaşı denilen, hakikatte savaş kurallarının hiçbirinin uygulanmadığı, savaş ahlakının olmadığı soykırım, Gazzelilerle İsrail arasında değil; Amerika ve yandaşlarının da içinde olduğu silahlı büyük bir güçle masum halkı yok etme/ortadan kaldırma savaşıdır. Tapınak şövalyeleri ile siyonist teröristlerin Kudüs’e yönelik son “Haçlı Seferi” midir? Sanmıyorum! Çünkü Gazze annelerle, doğmamış Musalarla ve büyümemeyi göze alan yiğitlerle direniyor.
Kudretini, Firavun kudretiyle denk tutan ve son birkaç asırda Hitler’den sonra tarihin kaydettiği ve vicdanlı tarihçilerin unutamayacağı narsist ve siyonist soykırımın müsebbipleri; Hitler ile anılacak bir ünvanla tarihî kayıtlarda yer alacaklar. Tevrat ve Kur’an’da zikredilen “bir Musa doğmasın” diye doğan erkek çocukları öldürten Firavun’un hikâyelerinden daha acı ve zulmünden daha ağır bir anlayışla gebe annelerin hedef gözetilerek şehit edilmesi, gelecek nesillerin iğrenerek okuyacakları ve seyredecekleri verileri kayda geçiyor. Musa’nın bir sepete konulan minik bedeninin hayat bulduğu su, “Firavun sarayında” büyüdükten sonra Kızıldeniz’i yararak bir halkı kurtarma hikâyesini inşa etti. Siyonist akıl sahipleri bu büyük meseleyi tersinden okuyarak tünellere su vermek suretiyle insanlığa ihanet etme planları yapıyor. Zulüm ve vahşeti doğal hakları olarak arkaik metinlerine dayandıran zalimler, yüksek duvarlarla çevreledikleri korku saraylarında huzur bulabilecekler mi? İşgalci-gaspçı yerleşimciler hangi vicdanla rahat yaşayacaklar? Babil’in, Roma’nın, Avrupa’nın zulmünde diri kalmaya çalışan Yahudi, efendileriyle bir avuç masum insanı boğarak efendilerine yaranacaklarını mı sanıyorlar?
Etkili imkânlara sahip “Siyonist-Evanjelist Batılılar”, Filistin ve Gazze’de insanları katletmeden, soykırım yapmadan, evleri yerle bir etmeden, tarım arazilerini bombalarla yakmadan, çocukları hedef gözeterek vurmadan, aç-susuz-hastanesiz ve elektriksiz bırakmadan barış yapabilecek kudrette oldukları hâlde bir barış düşünmüyorlar. Tıpkı Bağdat’ta, Şam’da, Basra’da binaların yerle bir edilmesine, müzelerin yağmalanmasına, ibadethanelerin bombalanmasına, yüz binlerce insanın katledilmesine ve kadınların tecavüze uğramasına göz yumdukları gibi bugün de Gazze’de bu vahşete göz yummaya devam ediyorlar. Geçmişte Endülüs’te göz yumdukları gibi.
Vurulan her masum çocuk, peygamber şuurunun Musa Peygamber topraklarından yeniden fide vermesine ve peygamberler halkasının birer fidanı olarak merhamet kuşanmış bir öfkenin yeniden dirilmesine sebep oluyor. Dört aydır devam eden bomba sağanağında şehit olanlar, misliyle artan büyük öfke ile vatanlarını yeniden vatan yapmanın şuuruyla donanıyorlar. Yaşamak ve var olmak anlayışlarını askerî güç ve şiddetle besleyen Batı medeniyeti ve türevleri insanlığın geleceğini tahrip etmeye devam ediyor. Güç ve güveni korku ve korkaklıkla yaşatmak için uzaktan atılan füzeler ve uçaklara karşı mühimmatı olmayan mazlumlara havadan ölüm yağdırmaya devam ediyorlar.
Arkaik tarihlerinin efsanevi anlatılarını 19. yüzyılda yeni bir yorumla üreten siyonizm, gerçekliği ve hakikati maruz kaldığı felaketlerin (Holokost) ticaretini yaparak örtüyor. Maruz kaldığı felaketlerin hiçbirinin kıyısında Müslümanlar olmamasına karşın, masum ve savunmasız Müslümanları katlederek, sürgüne zorlayarak, soykırıma tabi tutarak yok etmeye çalışıyor. Bütün bunları da Holokost ve antisemitizm zırhına bürünerek yaptığı facia bezirganlığı ile sürdürmektedir. Yahudi maneviyat kırıntılarından devşirilen efsanelerin modern çağ yorumu olarak ideolojiye dönüştürülen Siyonizm yeni bir dünya hayaliyle hedef gözetmeksizin soykırım yapıyor ve insanlığa karşı suç işliyor.
Gazze’de işlenen suçlar, ahlaksızlık ahlakını ahlak edinenlerin tarihinde çokça rastladığımız suçlar. Gazze yazıları serisi içinde zaman zaman bunlara atıfta bulunduk. Amerika ve Avusturalya yerlilerini ve katledilişlerini hatırlattık. Afrika’dan Amerika’ya taşınan ve yüz binlercesi okyanusta boğulan; yeni kıtaya taşınanların da bir ticaret metası olarak kullanıldığını; bugün onların çocuklarının da zulüm ve soykırımın devamı için ABD adına el kaldırdıklarını hatırlattık, Hintli İngiliz’in atalarının ruhuna ihaneti gibi.
Ve eşsiz Endülüs medeniyetini imha eden kan düşkünü Haçlı Ferdinand ve isterik İzabel'in sekiz asırlık bir medeniyetten kalan sarayları, medreseleri, kütüphaneleri, evleri, yuvaları nasıl yerle bir ettiğini hatırlatmış; insanları ve kitapları ateşe verdiklerini yazmıştık. Endülüs toz toprak bulutu içinde yok edilirken Endülüs Mersiyesi’nde anlatılan faciayı bugün hâlâ yaşadığımızı, o gün “Meryem yüzlü kızların saçlarından sürüklenip, kirli yataklara götürülüşünün” örneğini vererek anlatmıştık. Beş yüz sene önce yaşanan Endülüs trajedisinde çığlık atan kadın ve çocukların, yakılan kitapların alevinde yok olan insanlık mirası bilginin, yıkılan mimari eserlerin sebep olduğu boşluğun yasını tutuyoruz. Kurtuba Mescidi’nde kaçışan hayaletler, sütunlarından yükselen feryatlar, ortasına inşa edilen kapkara katedralin kasveti hâlâ yaşadığımız çağın kulağında çınlıyor ve daha asırlarca çınlamaya devam edecek. Hitler zulmünü Holokost bezirganlığına dönüştüren siyonist vahşetin Gazze’de yaptıkları hâlâ gönüllerde bir sızı hissettirmiyorsa, okul bahçesinde yakından vurularak katledilen insanların toplu mezarları kirpiklerde kuruyan bir damlaya dönüşmüyorsa insan, hangi insanlığın insanıdır?
Gazze, Roma’yı yakan Neron’dan daha zalim siyonistler eliyle yok ediliyor. Bağdat, Neron’un “Neo-con Evanjelistleri” tarafından yakılmıştı. Saraybosna’da aynı anlayış sahiplerinin soykırımına tanıklık ettik. Afganistan, yine aynı vahşetin mimarları eliyle yoksulluğa mahkûm edildi. Silah endüstrisinden ve o endüstrinin akıttığı kandan beslenen Neron’un çocuklarını tarihçiler er geç aynı tarih kitaplarında kayda geçecekler. İşledikleri katliama dönüşen cinayetleri, uymadıkları anlaşmaları, yakıp yıktıkları şehirleri, hastaneleri ve okulları bir gün bir tarih kitabında iğrenerek okuyacak insanlıktan gönül taşıyan nesiller.
**
Alev Alatlı vefat etti
Üzgünüz. Filistin meselesinin duyarlı kalbiydi. Filistin davasına katkılarından dolayı Yaser Arafat tarafından özgürlük madalyası ile ödüllendirilmişti. Aydın Despotizmi’nin yayınlandığı yıllarda tanışmıştık. Pek çok eser yayınladı. Batıya Yön Veren Metinler ile Bize Yön Veren Metinler Serisi bu coğrafyada münevver olma sancısı taşıyan herkes için başvuru eserleri olacaktır. Alev abla, “Dünyanın hangi dilinde ‘canın sağ olsun’ var? Dünya bize göre yönetilseydi, bu kadar kötülük olmazdı.” demişti. Dünyanın fikri, zihni ve ekonomik olarak yağmalandığı bir çağda “yasal ile helal” arasındaki ince nüansa net bir hat çizen ülkesinin ve değerlerinin sevdalısı Alev Alatlı için üzgünüz. Ruhu şad olsun ve rahmet olsun…