Onurlu Suriye halkı, 2011 yılı başlarında yediden yetmişe meydanlara inerek özgürlük türküleri söylemeye başladıklarında oradaydık. Tarihsel bir dönüşüme içeriden tanıklık edecek olmak düşüncesi bünyelerimizde heyecan dolu sevinçlere ve tarifsiz duygulara yol açıyordu.
Gazi Suriye halkının korku duvarlarını yıkıp geçmişte mevcut Esed rejiminin yol açtığı tüm olumsuzluk ve fecaatleri dahi unutmaya hazır olduklarını ilan ederek, sadece düzene ilişkin reform taleplerini barışçıl bir şekilde dillendirmelerinin, böylesi acımasız ve insanlık dışı karşılıklar bulacağını tahmin etmemiz mümkün değildi tabii ki o günlerde. Bilakis Suriye’de geçişin diğer Arap uyanışının başladığı ülkelere göre çok daha kolay olabileceğini, bunun bir devrim hareketinden öte gerçekleştirilecek bazı ön reformlarla yeni bir halk sözleşmesi aşamasına erişeceğini ve hatta milletinin makul ve meşru taleplerine kulak veren bir lider olarak Beşar Esed’in yapılacak gerçek demokratik seçimlerde bile yeniden devlet başkanı seçilebileceğini de öngörüyorduk.
Fakat 2011 yılının son çeyreğine girerken ortaya çıkan manzara bu iyi niyetli yaklaşımlarımızın ne denli bir yanılsama olduğunu açıkça tescil ediyor, aynı zamanda benim ve diğer Türk arkadaşlarımın Şam’da yaşamamızın imkansızlığını artık net bir şekilde gözler önüne seriyordu.
Türkiye’ye mecburi dönüşümden sonra davet edildiğim bazı televizyon programlarında, çeşitli sosyal medya alanlarında, Hakan Albayrak yönetiminde çıkardığımız Sancaktar dergisinde, hülasa son 4 yıldır insanlarla bir araya gelme imkanı bulduğum her fırsatta Suriye’de olup bitenlerin gerçek boyutlarına dair bildiklerimi anlatmaya çalıştım ve şimdi de Diriliş Postası yazılarımda yeri geldikçe bu doğruları yinelemeye gayret ediyorum.
Ortadoğu coğrafyasında emperyal niyetler taşıyan siyaset aktörlerinin yararına olmak üzere birçok gerçek dışı söylenti ve yalanlarla en başından itibaren boğulmaya çalışılan Gazi Suriye Özgürlük Hareketi üzerine dostlarım da son derece yüksek bir duyarlılıkla yazıp çizdiler, gerçekleri ve doğruları her zaman çok gür bir seda ile haykırdılar, haykırıyorlar. Hakk’ın ve adaletin Rabb’ine dayanarak seslerimizi üst perdede tutuyoruz ve tutmaya devam edeceğiz. Masum insan kanına doymak bilmeyen ne kadar zalim varsa gücümüzün yettiği oranda hiçbir koşul, denge ve denklem gözetmeksizin son nefesimize kadar onlarla bir şekilde savaşacağız. Zulme ve azgın insanlık katillerine karşı aile ve halklarının izzetlerini korumak adına yola çıkan mazlumlarla, mustazaflarla, yeryüzünde Allah’ın kendilerini yarattığı tertemiz insani ve vicdani fıtrat üzere yaşamlarına yön veren tüm kişi ve kesimlerle; din, inanç, tarikat, mezhep, ırk, dil, meşrep farkı gözetmeksizin dayanışmaya, onlarla aynı yolu yürümeye devam edeceğiz inşallah.
Suriye’nin iyi yetişmiş güzel insanları, nitelikli ve yürekli gençleri, azimli ve güçlü kadınları, ahlak ve onur abidesi tüm yiğitleri özgürlük yolunda ayağa kalktıkları ilk günden itibaren en iğrenç yöntemlerle öldürüldüler. Sopalarla, demirlerle, bıçaklarla, mermilerle, tank ve toplarla, bombalarla ve uçaklarla, zehirli gazlarla, kimyasal silahlarla, işkencelerle on binlerce masum cana tüm dünyanın gözleri önünde kıyıldı ve ben bu satırları kaleme alırken yine onlarca sivil, aşağılık varil bombalarıyla yok ediliyor.
Yeryüzünde ellerine güç geçtiğinde; hak, hukuk, adalet ve insaniyet tanımaksızın şeytani bir şehvetin esiri olan alçak katiller çetesi, kendilerine bu yolda destekçi olan bazı soysuz devlet güçlerini de “İran ve Rusya, dolaylı olarak ABD dahil tüm Batı” arkalarında bulmuş olmanın verdiği rehavetle yaklaşık 4,5 yıldır yüz binleri öldürmeye ve bir ülkeyi baştan aşağıya yerle bir edip yıkmaya doymadılar. Onlar kendilerine “Aman ha halkını öldürme!” tavsiyesinde bulunan iyilik odaklarından -Türkiye gibi- yüz çevirip katliamlarının şiddetini, güç ve desteklerine güvendikleri mezkur kötülük mercilerinin istekleri doğrultusunda artırdıkça artırdılar.
Peki, hepimizin gözleri önünde gerçekleştirdikleri tüm bu iğrenç katliam ve kıyımları, bir ülkeyi tüm değerleriyle birlikte yok etmeyi göze aldıkları azgınca yıkımları, özgürlük yolunda tüm bunlara göğüs geren Gazi Suriye halkının direnişini bitirebildi mi?
Bizatihi el altından destekleyip özellikle güçlendirdikleri bazı azınlık aşırı grupların (IŞİD gibi) kabul edilemez yöntemleri üzerinden tüm dünyaya bir algı operasyonu çekmeleri ve uluslararası topluma ‘’Bu aşırılar karşısında Esed rejimi bölgede laikliğin tek teminatıdır’’ mesajı vermek istemeleri ve bu amaçlarına kısmen ulaşmaları, gerçek Suriye halk hareketini temsil eden ve mutedil gruplar ittifakı olan El Fetih’in Şanlı İdlip ve Kahraman Busra zaferlerini ve inşallah çok yakında tamamıyla kontrolü ele alacakları Halep ve Lazkiye kuşatmasını engelleyebildi mi?
Tüm gavurlar bir yana, Stalinist Baas-Esed rejiminin varlığını sürdürüp, katliamlarına rahatça devam edebilmesi için gerekli büyük para, silah ve her türlü askeri desteğini esirgemeyen mezhep faşisti güya ‘’İran İslam Cumhuriyeti’’ yönetimini özellikle beyin ve yüreklerimizin bir taraflarına bu vesileyle mıh gibi çaktık.
Bu vesileyle Suriye direnişinin hikmetli ve asla ölmeyecek liderleri, sevgili şehitlerimiz Abdulkadir Salih ve Hasan Abbud Elhamavi’nin maneviyatı önünde saygıyla eğiliyorum. Bugün şayet devrimci mücahitler Suriye’de sağlam bir ittifakla güç birliği oluşturabiliyorlarsa, bu güzel adamların şehadetleri vesilesiyledir. Rabbim cennetinde bizleri komşu kılsın inşallah…
Dün bazı nedenlerle oradaydık, şimdi ise çok daha önemli gerekçelerle ve ölümüne oradayız…
Selam ve duayla…
Not: Geçen hafta Rabbim beni bir aldı, sarstı ve geriye kodu. Sanırım bu aciz ve günahkar kuluna daha çok arınmış olarak yanına gelme fırsat vermek istedi, Elhamdulillah!…… Bu esnada maddi-manevi desteklerini esirgemeyen başta gazetem Diriliş Postası’nın A’dan Z’ye tüm çalışanlarına, yönetici ve patronlarına; gerek sosyal medya ve özel iletişim kanallarından şahsıma ulaşarak moralimi yücelten tüm dost, arkadaş ve akrabalarıma. Ve özellikle operasyon sürecinde beni hiç yalnız bırakmayan Genel Yayın Yönetmenimiz Hakan Albayrak ve asistanları Emrah ve Kaya beylere, Adem Özköse ve arkadaşlarına, sevgili büyüğüm Bahadır İslam, canım üstadım Okay Albayrak, kardeşlerim Fatih Mutlu, Selçuk Azmanoğlu, Yasser Hendia ve Abdollatef Shomal’e… İsimlerini burada anamayacağım kadar çok sayıdaki tüm dost ve kardeşlerime, yine özellikle duyarlı tüm Düzceli hemşehrilerime en içten şükran ve minnetlerimi arz ederim. Rabbim sizleri ve sevdiklerinizi muhafaza etsin. Dualaşmaya devam inşallah…