Avrupa ülkelerinin Müslümanlarla ilişkisini en iyi gözleyeceğimiz yerlerden biri müzelerdir. Tarih ve arkeoloji müzelerini dolaştığınızda Türkiye’den, Suriye’den, Mısır’dan çalınmış eselerle dolu olduğunu görürsünüz. Fransa’nın Louvre Müzesi bunun en iyi örneklerinden biridir. Bölgemizden tarihin nasıl yağmalandığının şahididir. Louvre’n galerileri aynı zamanda Fransa’nın günahlarının galerileridir. Orada görürsünüz ki tarihi, coğrafyayı, düşünceyi ve insanı topyekûn sömürmenin diğer adıdır, Batı.
İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projelerinden “Bizans’tan İstanbul’a: İki Kıtanın Limanı”sergisi Paris’in ünlü mekânlarından Grand Palais’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy tarafından açılmıştı. Sabahın erken saatlerinde sarayın merdivenlerinde cumhurbaşkanlarının açılış yapmasını beklerken Sarkozy’nin ağzında sakız, çiğneyerek tören alanına gelmesine çok şaşırmış ve yadırgamıştım. Anlam veremediğim bu davranışın batı şımarıklığının bir sembolü olduğunu daha sonra defalarca gittiğim batı ülkelerinin birçoğunda gördüm. Tabii bu davranışların herkes tarafından gösterildiğini söylemek doğru olmayacaktır. Aklıselim sahibi insanların sayısı da oldukça çoktur. 11 yıl önce yaşadığım bu garip tablo Fransa’da hep devam etti. Liderlik vasfı olmayan, çeşitli lobilerin destekleriyle seçilen liderler tutarsız ve tuhaf hareketleri hep sürdürdüler. Bu lidersizlik durumu Avrupa’nın bütünü için geçerlidir. Bu nedenle Avrupa kan kaybediyor ve AB bürokratlarının insafına kalıyor. Nitekim Macron’un seçilişi ve devamında izlediği politikalar kendi vatandaşları tarafında da yoğun eleştiriler alıyor. Şimdi Macron Akdeniz bölgesindeki sıkıntılardan faydalanarak kendine yer açmaya çalışıyor.
Batı, tarih boyunca İslam’ı kendine düşman olarak görmüş ve onunla savaşmıştır. Bu düşmanlığını İslam fobisi ile körükleyerek savaşını sürdürmektedir. Batı teknolojik üstünlüğü ele geçirince sömürü alanını genişleterek gittikleri yerlere kan ve gözyaşı götürdüler. Fransa kendisine sömürge alanı olarak Afrika’yı seçmişti. Çok sayıda Müslüman ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürerek zenginliklerini artırdılar.
Fransa, sömürgelerinden kendisine en çok nüfus çeken ülkelerin başında gelmektedir. Eski sömürgelerin büyük çoğunluğu Müslüman ülkeler olduğu için gelenlerin çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyor. Bu tabloyu güney Fransa’da daha çok görürsünüz. Avrupa’da en çok Müslümanın yaşadığı ülke Fransa’dır. Fransa nüfusunun yüzde 10’nu Müslüman’dır. Fransız yöneticiler bunu bir zenginlik olarak görmek yerine çatışma ve ötekileştirme aracı olarak kullanıyorlar.
Sorulması gereken soru ise: Müslümanlarla içi içe yaşayan bir toplum neden İslâm’ı ve Müslümanları yanlış anlıyor? Bunda halktan ziyade örgütlü yapıların bilinçli propagandalarının olduğunun altını çizmek istiyorum. Bu durum siyasetçiler içinde oy malzemesi olmaktadır. Bu yanlış anlama ve anlaşılmada Müslümanlarında payını unutmamak lazım. Şehirlerin varoşlarına sığınan yarı cahil insanlar radikal çevreler tarafından terör amaçlı kullanılmaktadır. Müslümanlar toplumla uyum sağlamak yerine içine kapanarak kötü gidişata destek vermektedirler.
Peygamberimizin doğum yıl dönümünde insanlık olarak beraber yaşamanın yollarını aramalıyız. Burada en çok iş Müslümanlara düşüyor; İslâm’ı en güzel şekilde temsil etmek ve onun peygamberini en iyi şekilde anlatmak gerekiyor. Unutmayalım tebliğ bizim görevimizdir. Terör ise tebliğ aracı değildir ve olamaz…