İstiklal Harbi yıllarını anlatan romanlar arasında Tarık Buğra’nın “Firavun İmanı” isimli eserinin özel bir yeri vardır. Bu eserde İstiklal Harbi’nin saklı kahramanları öne çıkarılır. Mehmed Akif, Hüseyin Avni ve Hasan Basri romanın asıl kahramanlarıdır. Diğer kurgu kahramanlarla birlikte Sakarya Meydan Muharebesi döneminde içerideki hainlerin çevirdikleri dolaplar tüm ayrıntılarıyla ele alınır. Son dakikaya kadar Milli Mücadele’nin aleyhinde çalışan isimlerin gelen zafer haberleriyle birlikte nasıl cephe değiştirdiği ve Ankara’ya akın edip savaş sonrasının ganimetlerini toplama gayreti içerisine girdikleri anlatılır. Tarık Buğra bu tür fırsatçı vatan hainlerinin son dakikada cephe değiştirmelerini “Firavun İmanı” terimiyle ifade eder.
Tarık Buğra bir söyleşisinde bu dönemi ve eserini şöyle özetlemiştir: “Vurguncular için iki büyük fırsat vardır. Bir, bir devlet batarken, bir de bir devlet kurulurken. Kurtuluş Savaşı, bir bakıma da bu iki büyük fırsatın aynı ülkede aynı döneme denk gelişidir: İstanbul batıyor, Ankara doğuyordu. Ama batış da doğum gibi, daha kesin değildi. Bu yüzden vurguncuların da tereddütleri, çelişkiye düşüşleri vardı. Firavun İmanı da bu çelişkinin romanı olsun istedim.”
Kimin ne olduğunun anlaşılamadığı bu karmaşa yıllarında tüm birliklerin batı cephesine gitmesi dolayısıyla Ankara savunmasızdır. Vurguncu tiplerin fırsatları kollaması, kâh İngilizlerle kâh Ruslarla pazarlığa oturup kazanç elde etmeleri, cephe hattından bilgi sızdırmaları, değişik bölgelerdeki isyanları teşvik etmeleri, zafer haberleri ulaşınca birden taraf değiştirerek bu defa Rus ve İngilizlerden haber taşımaları ibret dolu diyaloglarla yansıtılmış.
Romanda Küçük Ağa’nın ağzından böylesi tipler şöyle tasvir edilir: “Firavun, kendi zekâsından, kurnazlığından, düzenbazlığından başka kuvvet tanımıyordu. Haklı olduğuna emindi de; çünkü insanların kötü ve günah saydıkları her şeyi yapıyor, ama hiçbir ceza görmeden hatta kudreti daha da artarak sapasağlam yaşayıp gidiyordu. Her hakka saldırışı ona kazandırmakta, hak sahibini yere sermekte idi.”
Millet tüm imkânlarıyla düşman karşısında varlık mücadelesi verirken Ankara’ya inen bu sırtlanlar karşısında bir avuç vatansever vardır. Mehmed Akif ve Hüseyin Avni bunların başında gelir. Tarık Buğra roman boyunca Akif’e olan hayranlığını Hüseyin Avni Bey’in ağzından dile getirir. Dolayısıyla bu roman bir anlamda Mehmed Akif romanı hüviyeti kazanır: “Akif, kelimenin bütün gücüyle, bir medeni insandır. Memleketini, milletini lafla ve duygularla sınırlanmış olarak değil, davalarında gerekince bayraklaşacak ve savaş başlattıracak, gerekince de, bir sıra eri gibi savaşacak kadar sever. Bir bakardınız, elde mavzer, en tehlikeli bölgelere girmiş, üstelik kurşunun yapamayacağını inancı ile yapmıştır. İnancını aşılayabilenlerdendir o; çünkü inancı katkısızlardandır. Bir de bakarsınız ki, Akif, isyan ve tereddüt bölgelerinde, bir derviş gibi, bir hırka, bir asa, gönülleri uyarıyor, inançları, imanı tazeliyor; cebel toplarının sindiremediği asileri cephe gönüllüsü yapıyor. Asıl üstünlüğü de, alçakgönüllülüğünden gelmektedir; her biri bir destan konusu olabilecek çalışmalarının bir tekinden bile söz açtığı görülmemiştir.”
Zafer sonrasının Ankara’sı da Tarık Buğra’nın gözünden şöyle anlatılır: “Sakarya zaferinden sonra Ankara büsbütün kalabalıklaşmış, asıl dikkate çarpan tarafı, güvenilemeyecek, halta tiksinilecek adamlar sahnede boy göstermeye başlamıştı. Nasıl da pervasız ve kahraman edalı, ne kadar da konuşkan, sokulgan ve haysiyetsiz denecek kadar inatçı idiler! Akif ise şair mizacı ve pırlanta yaradılışı ile çoktan içine çekilmiş, zaferden kat'iyen değil, ama zafer sonrasından ümit kesmişti. Haftalardan beri susuyor, bir sığınak arar gibi düşünüyordu.”
Nihayet Akif’in korktuğu başına gelecek ve savaş zamanının sırtlanları baş tacı edilerek zaferin asıl kahramanları teker teker itibarsızlaştırılacaktır. Mehmed Akif, Hüseyin Avni, Kazım Karabekir bunların sembolüdür.
Tarık Buğra 26 Şubat 1994 senesinde vefat etti. Ömrü boyunca Osmancık, Küçük Ağa, İbişin Rüyası, Gençliğim Eyvah gibi yirminin üzerinde dönem romanı yayınladı. Bu romanlar aracılığıyla milyonlarca insan, tarihin karanlıkta bırakılmış hakikatleriyle tanıştı. Vefatının yıl dönümü dolayısıyla Tarık Buğra’nın az bilinen fakat oldukça önemli olduğunu düşündüğümüz “Firavun İmanı” eserine dikkat çekmek istedik. Buğra’nın eserleri Osmanlı’nın kuruluşundan 1980’lere uzanan geniş zaman diliminde belirli dönemleri ele alarak alternatif bir tarih okuması sunuyor. Kitapseverlerin listesinde bulunması gereken bir isim olarak Tarık Buğra’nın eserlerini hakikatin ve vicdanın sesi olarak değerlendirebiliriz.
Ruhu şad mekânı cennet olsun.