Neredeyse son iki asırdır, sömürgeci devletlerin hayali vaatlerine sürekli kanan, her seferinde de pespaye olarak ortada kalan, Ermenistan gibi bir devlet neredeyse yok gibidir. Son Karabağ savaşı öncesinde ve savaş esnasında görüldüğü gibi Ermenileri kışkırtmayan, vaatlerde bulunmayan, destek naraları atmayan devlet neredeyse kalmadı.
Esen yalan rüzgarlarına kanan, Büyük Ermenistan rüyaları gören Ermenistanlı yöneticiler gerçeklerle yüzleşince öyle ağır faturalar ödediler ki, koltuklarını tehlikeye attıkları gibi, zaten fakr-u zaruret içinde olan Ermeni halkını daha da fakirleştirerek en az elli sene daha geriye götürdüler.
Kışkırtmalardan sonra çılgınca sağa sola saldıran Ermenistan’ın geldiği nokta, pek de iç açıcı değil: İşgal altında tuttuğu toprakları kaybettiği gibi, maddi ve insani kayıplarının ne kadar olduğu bile henüz tam belli değil.
Ermenilere hayali vaatlerde bulunan, onları Türkiye ve Azerbaycan aleyhine sürekli kışkırtan Fransa başta olmak üzere sömürgecilerin geçmişte de aynı politikaları güttükleri bilinmektedir.
asrın ortalarına kadar Osmanlı coğrafyasının her yerinde ziraatta, ticarette, sanatta ve günlük hayatta Türklerle güzel komşuluk ilişkileri içinde olan, el üstünde tutulan hatta “millet-i sadıka” olarak iltifatlara nail olan Ermeniler, daha sonra içine düştükleri durumları iyi analiz ederlerse, kendileri için huzurun nerede olduğunu çok iyi anlayacaklardır.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında İstanbul/Yeşilköy’e kadar gelen, Ayasofya’yı uzaktan görünce heyecanları artan fakat dönemin diğer sömürgeci devletleri olan İngiltere ve Fransa’dan çekinerek daha da ileri gidemeyen Rusların ve daha sonra da Fransızların, İngilizlerin vaatleriyle terör yolunu seçen, beraber yaşadıkları Türklere yönelik akla hayale gelmeyen katliamlar içine giren Ermeniler, artık bir durum değerlendirmesi yapmalıdırlar.
Ermenistan’ı yöneten Ermeni siyasi eliti, akılları ve irfanları iğdiş edilmiş, geçmişin kirli labirentlerine takılmış diaspora Ermenilerinin hayali kışkırtmalarına kulak vermemelidirler.
Rusya’yı, Fransa’yı, Amerika’yı, İngiltere’yi velhasıl dünyayı arkalarına alarak veya öyle görerek, iyi geçinmek zorunda oldukları komşularına yönelik saldırgan politikaları bırakmalıdırlar.
Bu politikaların sonunun neredeyse bir buçuk asırdır Ermeniler için huzur getirmediği, felaket, açlık, huzursuzluk ve perişanlıktan başka bir şey göstermediğini Ermenistan’ı yönetenler anlamalıdırlar.
Ermenilerin ileri gelenleri, düşünürleri, yazarları, çizerleri, Ermenistan’ı yönetenler her şeyden evvel kendilerinin komşuları ile özellikle geçmişte kendilerine karşılıksız sevgi besleyen ve el üstünde tutan Türkler ile, Türkiye ile dostluk içinde olmanın kendilerini yücelteceğini anlamladırlar.
Bugün, üç milyon kadar bir nüfusa sahip olan Ermenistan’da kişi başına düşen milli gelir, imkânları olanların kendilerini ülke dışına atma gayretleri ortadadır. Ermenistan’ın izlediği saldırganlık politikasının, Ermeni halkına fakirlikten ve gözyaşından başka bir şey getirmediğini Ermeniler görmelidirler.
Arap baharı rüzgarından sonra da görüldüğü gibi büyük devletlerin savaş meydanına kendileri çıkmadıkları, taşeron milletler ve örgütleri gönderdikleri, onlar vasıtayla ortamı karıştırdıkları bilinen gerçeklerdir. Ermenistan’ı yönetenler tüm bu gerçeklere vakıf değillerse bile, son Karabağ savaşında kendilerini kışkırtan, sahaya süren devletlerin ve çevrelerin ne savaş süresince ve ne de sonrasında yanlarında olmadıklarını gördükleri umut edilir.
Ermenistan’ın, hayali vaatler peşinde koşarak kaos içinde olmakla, kışkırtmalara kulak tıkayarak bilimin, sanatın, ticaretin zirvelerde olduğu bir cazibe merkezi olma arasında bir tercih yapma zamanı çoktan gelmiştir.