Kadın hakkında kaleme aldığım iki köşe yazısı tahminimden daha fazla okuyucuya ulaştı. Bununla da kalmadı gerek erkek gerekse kadın okuyuculardan erkekler hakkında da bir köşe yazısı beklentisi oluştu.

“Erkek” hakkında dümdüz bir yazı yazmanın “kadın” hakkında yazmaktan daha kolay olduğu ilk anda düşünülebilir. Ancak emin olun ki bu konuyu yanlış anlamalara sebep olmadan kaleme almak çok daha zor.

Belki kadın hakkında yazdıklarımızdan hareketle erkeği tanımlayıp tasvir edebilecek bir metin ortaya çıkabilir. Böyle bir metnin kadınları anlatan girift, detaylı, uzun uzadıya ve ince bir yazı kıvamında olması herhalde beklenemez.

Erkeği, güçlü bedeni ve kaslarıyla tanımlamak mümkün olsa da bu tanım, kadını cinsel bir objeye indirgeyen sıradan tanımlardan hiç de farklı olmaz. “Gerçek bir kadın”dan bahsettiğimiz önceki yazıların devamı mahiyetinde, “gerçek bir erkeği” tanımlarken güne ve çağlara göre yorumlamak yerine, onun ontolojisini kavrayarak tanımlamanın isabetli olacağını düşünüyorum.

Öncelikle “erkek” ve “adam” ifadelerinin farkıyla başlayalım. Etimolojik tahlilinde “adam” İbranicedeki “kırmızımsı toprak”, kil karşılığıdır. İlk insan olan “Adem” sözündeki ifade Farsçaya ve oradan Türkçe ve akraba dillerine “adam” olarak geçmiş ve yüzyıllar boyunca erkek değil “insan” karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu ifade, etimolojik olarak kadınları da kapsar modern Uygurca ve modern Özbekçede bile hala “adamlar” denildiğinde kadınları da kapsayacak şekilde “insanlar” anlaşılır. Türkçede ise “adam” kelimesi zamanla sadece erkekleri kapsar şekilde daralmıştır.

“Adam olmak”, “erkek olma” ile aynı şey değildir. “Adam”, Hz Âdem’in soyundan Türeyen herkesi ifade eder. “Adamlık” ise cinsiyetle ilgili değil, karakterle ilgili bir meseledir.

Erkek, her şeyden önce cinsiyetten bağımsız olarak bir insan olarak değerlidir. Aynen kadın gibi. Erkek, onu değerli kılan kalbi ve ruhu, aklı ve nihayet bedeniyle değerlidir.

Bedeniyle erkek, kadına nispetle, güçlü omurgası ve vücuduyla kendisini ve çevresini koruyacak bir güvenlik şemsiyesi olarak kendisi için de önünde veya yanında yürüyenler için de koruyucu bir kalkandır.

Bedeniyle, yaradılışı itibariyle asker sınıfındandır. Onun için tarih boyunca ve bugün de öncelikli olarak orduların savaşan gücü erkeklerden oluşur. Karınca yuvasının ve kovanların erkek işçi ve savaşçıları kadar doğal bir haldir bu.

Orduların çoğu erkeklerden oluşur dedik, yani “er”lerden… Zaten ölünce de “er kişi” niyetine duaları okunur arkalarından. Tabii ki, “erkişi olma”yı, “adam gibi adam olma”yı hak edenlere gider bu dualar. Hal böyleyken, bu “er kişi”nin kim olduğuna kafa yorulduğunda artık, işin kalp, ruh ve akıl tarafı devreye girer.

Bu “adam gibi adamlar” erkekler nasıl olmalıydı veya nasıllardı.

Bu erkekler, her şeyden önce karakteri temsil eden, söz verdiklerinde sözlerini tutmayı, ağızlarından çıkanın değer ve ağırlığının olduğu, akla dayalı rasyonel kararlar verebilen, tehlike karşısında bile soğukkanlılığını korumayı başaran, önünde ve yanında duran insanlara duruşuyla, sözüyle, güvenilirliğiyle, tavrı, duruşu, bakışı ve gülüşüyle güven telkin eden insandır.

Erkeklik, poz vermek, somurtmak veya “racon kesmek” değildir. Erkek, yanındakini ve önünde durduğu insanları son nefesine kadar bedeniyle, kalbiyle, ruhuyla, aklıyla korur. Himaye eder, sahip çıkar, çaresiz ve yalnız bırakmaz. Yanındakileri anlamaya çalışır, empati kurar ve hayatın zorlukları karşısında ilk sadmeleri göğüslemeye her dem hazır durur.

Erkek ölmek için yaratılmamıştır, ama mücadele için vardır. Psikolojisinde hayat boyu süren bir savaş ve mücadele ruhu ister istemez vardır. Erkek, ölüm gibi zorluklar karşısında bile çözülmemek için direnir. O çözülürse bütün etrafı çözülür. Mevziler yıkılır, cepheler düşer.

Erkek psikolojisinin savaş ve mücadele üzerine olması, bütün toplumun asker, savaşçı veya kavgacı olması anlamına gelmez, gelmemelidir de…

Tarihin en savaşçı kavimlerinden Spartalılar, doğan erkek çocuklarını doğumdan hemen sonra muayene edip zayıf, cılız veya sadece bir parmağı olmayan bebekleri bile asker olamayacakları gerekçesiyle uçurumdan aşağı atarak öldürmüşlerdi. Spartalılar yaklaşık 100 yıl sonra, geriye dönmemek üzere tarih sahnesinden çekildiler. Çünkü onlar, hiç farkına varmadan, geleceğin muhtemel şairlerini, mimarlarını, sanatkârlarını, bilim adamlarını ve belki de stratejist ve komutanlarını o uçurumdan aşağı atmışlardı…

Aklı, ruhu ve kalbiyle sanatkâr, şair, bilim adamı, fikir mimarları ve işçileri olarak erkekler ise toplumların/milletlerin gerçek kazançlarıdır. Onlarsız toplumlar, gözü görmeyen, ruhu kurumuş, zavallı kuru kalabalıklar olarak kalma kaderine sürüklenir.

Pekiyi bedenen, ruhen, kalben ve zihnen erkekliğini yitirmiş ve özelliklerini kaybeden yeni bir tür ile karşı karşıyayız acaba? Hormonlu gıdaların hızla yetiştirdiği ancak iç dünyalarıyla zayıf ve basit bir nesli biz ellerimizle mi yetiştiriyoruz yoksa?

Önüne çıkan basit zorluklar karşısında bile çözülen, çabucak yılan, korkan, cesareti kırılmış değişik bir tür ortaya çıkıyor artık.

Eğer bu tür fobileriniz varsa lütfen üzerinize alınmayın fakat böcekten, fareden korkan erkekler artık istisna değil. Bırakın elleriyle kendisini savunmayı, bir karpuzu kesemeyecek kadar ellerini kullanmaktan aciz olanlar da az değil. Hâlbuki erkek en zor şartlar altında kendisini ve çevreyi yaşatmayı başaracak potansiyele sahip olmak zorundadır.

Yine bir köşe yazısının sınırlarını zorladığımın farkında olarak yazıma son vereyim…